#subscribebox{background:#576269;padding:20px;font-family:'PT Sans',sans-serif;} .widget_follow_subscribe .widget-detail{padding:36px 30px 40px} #subscribebox p{color:#fff;font-size:15px;text-align:center;font-weight:700} .follow-subscribe-social{margin:0 0 15px;padding:0 0 14px;border-bottom:#858585 solid 1px} .follow-subscribe-social ul{list-style:none;margin:0;padding:0;text-align:center} .follow-subscribe-social ul li{display:inline;margin:0 15px 0 0;border-bottom:none} .follow-subscribe-social ul li:last-child{margin:0} .follow-subscribe-social ul li a{font-size:17px;color:#cacaca;-webkit-transition:color .2s ease-in-out;-moz-transition:color .2s ease-in-out;-ms-transition:color .2s ease-in-out;-o-transition:color .2s ease-in-out;transition:color .2s ease-in-out} .follow-subscribe-social ul li a:hover{color:#fff} form.subscribe{margin-top:-7px} form.subscribe input{display:block;width:100%} .subscribe-email{height:45px;border:none;margin:0 0 10px;font-size:.928571em;background-color:rgba(255,255,255,0.2);text-align:center;color:#fff} .subscribe-email:focus{outline:0} form.subscribe .placeholder{color:#cacaca} form.subscribe input:-ms-input-placeholder{color:#cacaca} form.subscribe input::-webkit-input-placeholder{color:#cacaca} form.subscribe input:-moz-placeholder{color:#fafafa} form.subscribe input::-moz-placeholder{color:#fafafa} .subscribe-button{height:45px;font-weight:700;font-size:16px;color:#fff;text-transform:uppercase;border:none;background-color:#e06666;-webkit-transition:background-color .2s ease-in-out;-moz-transition:background-color .2s ease-in-out;-ms-transition:background-color .2s ease-in-out;-o-transition:background-color .2s ease-in-out;transition:background-color .2s ease-in-out} .subscribe-button:hover{background-color:#29aae1} .subscribe-button:focus{outline:0} .creadit a{color: #A7A6A6; float: right; font-size: 8px;} Kitaplarım ve Ben : Kitap Blogu : Okudum Bitti-60: Animal Triste || Monika Maron

29 Nisan 2017 Cumartesi

Okudum Bitti-60: Animal Triste || Monika Maron




          Kitap seven herkese yeniden merhaba. Ayşım'ın kitabından bahsetmişken, onun paylaşımlarından görüp aklımın bir köşesine not aldığım yazarlardan biri ile devam edeyim. Monika Maron 'un Uçucu Kül kitabını görmüştüm hem okurken, hem de blog paylaşımında. Aslında onu alacaktım ama son anda sepete Animal Triste 'yi attım. Tanışma kitabımız olsun dedim yazarla. 

      Beklentim nedense çok yüksekti. Sevdim. Hatta incecik olmasına rağmen, epey ağır ağır okudum. Yazarın başka kitaplarını da okumam gerektiğini düşünüyorum. 

      Animal Triste de adı verilmeyen anlatıcı kendisi de tam emin olamasa da 100 yaşında, yalnız bir kadın. Bir kızı olmuş , müzede çalışmış yıllarca. Çocukken İkinci Dünya Savaşı 'nı görmüş , Berlin Duvarı'nın yıkılmasına şahit olmuş ve yarım kalmış aşkının acısını hayatı boyunca yaşamış. Öyle ki birçok şeyi zamanla unutmuş ama bir sonbahar günü kendisini bırakıp giden, evli sevgilisini unutamamış. Uzun ömrü kendisiyle, geçmişiyle iç hesaplaşmalarla ve sevgilisinden kalanlarla onu hatırlayarak, yaşatarak geçmiş.

             Almanya'yı ikiye bölen duvarın yıkılmasından sonra çalıştığı, Berlin Doğa Bilimleri Müzesi 'nde tanışmışlar, adını unuttuğu için Franz diye bahsettiği aşkıyla. On iki metre yüksekliğinde ve yirmi metre uzunluğunda bir dinozor iskeletinin önünde , yani Brachiosaurus'un. Bu yüzden geri kalan hayatı boyunca ikisinden başka düşünmekten hoşlandığı bir şey kalmamış. Sırf aşkına, tutkusuna duyduğum hayranlık yüzünden kitabı okuduğum gece rüyamda çocukluk aşkımı gördüm. :) 

   Anlatıcı Almanya 'nın Doğu kısmında yaşamış, Franz ise Batı da. İkisinin yaşantıları   çevresinde döneminin sosyal yapısını, tarihini de ustalıkla satır aralarına serpiştirmiş yazarımız. Sadece aşk, tutku öğeleri içeren bir roman değil. Derin ama kasvetli de. Ama kötü anlamda değil. Kadın bir karakterin gözünden kadın olmayı, aşık olmayı, unutmayı, hatırlamayı ve daha birçok şeyi okudum daha ne olsun? 





... Onu beklemiştim. Haftalarca evden ayrılmaya cesaret edemedim, tam da o saatte geri gelir de, evde olmadığım için, bir daha hiç gelmemek üzere gider diye korktuğumdan; geceleri telefonu yastığımın altına koyuyordum. Onu beklediğim sürece, sadece onu düşünüyordum. Her karşılaşmayı, bana söylediği her kelimeyi, geceleyin birbirimize sarılmalarımızı, tekrar tekrar canlandırdım. Sevgilimin bana o kadar yakın olduğunu düşünebiliyordum ki, saatlerce, bizzat buradaymış gibi mutlu olabiliyordum. Zamanla,boş yere bekliyor oluşuma alışmaya başladım. Hiç kavuşma ümidi olmadan beklemek mümkünse, işte ben onu yaptım, aslında bugün hâlâ bekliyorum.



...Unutmak ruhun bayılmasıdır. Hatırlamanın, unutmamakla hiçbir ilgisi yoktur.


... Aşkın içimize mi girdiğini, yoksa içimizden mi çıktığını bile bilmiyorum. Kimi zaman bize aylarca, hatta yıllarca pusu kurmuş başka bir varlık gibi içimize girdiğine, bizim günün birinde, anılara ya da düşlere kapılmışken, özlemle gözeneklerimizi açtığımıza, sonra bu gözeneklerden içeriye girmesinin saniyeler aldığına ve derimizin altındaki her şeyle karıştığına inanıyorum.


... Sen benim gecikmiş gençlik aşkımsın, diyorum Franz'a, Franz, demek öyle, diyor, bu söz kulağa bir soru gibi geliyor ve açıkça beni yeni açıklamalara teşvik ediyor.
     Gençlik aşkım, en azından mutlu bir gençlik aşkım yoktu. Sevdiğim hiç kimse beni sevmemişti; beni seven hiç kimseyi sevmemiştim. Bir arıza ya da kibir. Mutluluk ulaşılmaz olandı. Ulaşılabilen ise, sahte mutluluk olmalıydı.


... Aşk da dinozorlar gibidir, bütün dünya onların ölümünü düşünerek oyalanır: Tristan ile İsolde, Romeo ile Juliette, Anna Karenina, Penthesilea, her zaman yalnızca ölüm, her zaman olanaksız olana duyulan bu şehvet. İnsanların, iddia ettikleri gibi, aşka yeteneksiz olduklarına inanmıyorum. Gençlik aşkı yaşamamış, zamanını bilemeyecek kadar erkenden ölüm korkusuyla aşklarını haykırmış mutsuz ruhlar tarafından buna inandırılıyorlar.



... Savaşlar olmasaydı erkekler de kadınlar gibi yalnızca insan olurlardı.



... Arzuladığımız hatta içimizde sarsılmadan ya da uyanmadan gizli durduklarını bildiğimiz özellikler, âşık olduğumuz saniye, onlarla birlikte yaşamaya alışkın olduğumuz öteki özellikleri kovarlar. Bir daha kendimizi tanıyamayız. Daha güzel, daha uysal, daha bilge oluruz. Kibirimizden ve fesatlığımızdan kurtuluruz. En kötü düşmanımıza boyun eğecek durumdayızdır. Her ağacı, her caddeyi, her dakikayı mutluluğumuzla ışıtırız ve onların o zamana kadar keşfedilmemiş güzelliklere şaşırırız. Kendimizi gökyüzüyle, yağmurla, rüzgârla bir hissederiz. Nihayat bu dünyaya aidizdir ve nihayet artık bu dünyaya ait değilizdir.




ALEF YAYINLARI

Çeviren: Mustafa Tüzel
2. Basım Haziran 2016
160 Sayfa


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder