30 Nisan 2017 Pazar

Okudum Bitti-61: Tanrı'nın Gözü || Barry Eisler




           Kitap seven herkese merhaba. Günün kitabı konusunu şöyle bir okuyunca bile merak ettiğim Tanrı'nın Gözü. Arkadya Yayınları'nın çoğu kitabının kapağını çok sevsem de favorilerim kesinlikle Sosyopat (hakkındaki yazım için tık tık) ve Tanrı'nın Gözü oldu. 

    Yazarın daha önce CIA'nin Gizli Operasyonlar Direktörlüğü'nde üç sene gizli görevde çalıştığını okuyunca daha da merak ettim. Sıcağı sıcağına, daha fazla bekletmeden bir torpil yaparak okuma listemin başına çektim. Çok da iyi yapmışım. Migrenli günüme denk gelmeseydi aynı günde de biterdi. Okurken  hep merak ederek çevirdim sayfaları, okuyamadığım zamansa aklım kitapta kaldı. :) Yani çok çok sevdim. Heyecanını kaçırmadan kısaca bahsedeyim:

     Edward Snowden 'i hatırlıyorsunuzdur değil mi? NSA 'in kabusu olan çalışanları. Amerika'nın Prizma Projesi'ni sızdıran o meşhur adam. Hatta Oliver Stone , onun hayatını anlatan Snowden isimli bir  film yaptı. Hıh işte az çok akılda kaldığı şekilde Snowden künyesi böyle bence. :) 

        Kimilerine göre kahraman, cesur olarak anılsa da Snowden'i hain olarak gören de çok. Sonuçta yaptığı şey bir nevi 'muhbirlik'. İşte kitabımız da Snowden vakasını şöyle böyle atlatan NSA 'i bekleyen yeni bir tehlike ile ilgili. Bu defa tehlike 'Tanrı'nın Gözü' ismi verilen çok gizli, çok özel bir programın sızdırılabilir olması. 

         NSA direktörü olan Anders kolay atlatılabilir bir muhbirlik vakası olduğunu düşünse de işler büyür. Dolaylı yollarla da olsa işin içine IŞİD, Ergenekoncular gibi oluşumlar da dahil olur. Böylece Ankara, İstanbul, Kilis dolaylarında da yüksek tempolu ve kanlı gelişmeler yaşanır. Gerçekleri gizlemek için nelere başvurulduğunu okurken hiç de kurgu okuyormuş gibi hissetmedim. 

       Kitabın kapağında 'Bilgi Güçtür,' yazıyor evet doğru gücün doğru ellerde olması da çok önemli. 

    Okuyup bitirince yazarın notu ile karşılaşıyorsunuz ve aslında ,'Tanrı'nın Gözü'nün tartışmalı da olsa tamamen hayal ürünü bir program olmadığını belirtiyor. Ve Snowden olmasaydı bu kitap da bir nevi deli saçması olurdu demiş. Komplo teorileri hep var ama bazen gerçek olduklarıyla karşılaşabiliyoruz işte. :) 


     Konu kaba taslak böyle olsa da asla sıkıcı değil, aksine çok yüksek tempolu bir film gibi. Çok sevdiğim karakterlere falan değinmeyeceğim. Onlar size sürpriz olsun. Hem güçlü, hem akıllı hem de güzel bir kadın karakter gibisi var mı? ;) Okuduğunuza pişman olmayacaksınız. Bu ay okuduğum en güzel kitaplardandı. 





... Şimdiye kadar gördüğü kadarıyla şüphe soğuk algınlığı gibiydi. Çok kişi hasta olurdu fakat sadece az bir kısım direnç geliştiremezdi. Zaman ve uygun tedaviyle pek çoğu iyileşirdi, ancak yine de hastalığın gözlenmesi gerekirdi. Ateşin vğücudu tehdit edecek seviyeye gelmesine izin vermemek lazımdı.



...Yeni güvenlik protokolünü korumak için bunu tasarlayan kişiyi öldürmekten daha iyi ne yapılabilirdi? Aynı şeyi firavunlar, hiç kimse izinsiz bir şekilde zenginliklerini keşfetmesin diye piramitlerinin mimarları için de yapmamış mıydı?



...Washington'daki yöneticilerin birçoğunun kafasının nasıl çalıştığını anlamak istiyorsanız özgüvensiz bir ergen gibi düşünmeniz yeterliydi.



... Bir kere bir çizgi film görmüştü. Bir farenin üstüne kapanan bir kartal. Fare tamamen altta kalmıştı, açıkça yardıma muhtaç ve kaderine mahkûmdu. Bu yüzden yapabildiği tek şeyi yaptı, kolunu uzatıp kartala ortaparmağını gösterdi. İtibar ve başkaldırının son bir göstergesi...


...''Tanrı'nın Gözü sadece insanların mahrem kalmasını istedikleri şeyleri tespit etmeye odaklı. Normal tonda konuşursan seninle ilgilenmiyor ama fısıldıyorsan seni izlemeye alıyor. Şimdi düşün bakalım, böyle bir güçle neleri açığa çıkarırsın ve bu bilgiyi nerelerde kullanabilirsin?''




ARKADYA YAYINLARI

Çeviren: Fer Özgüler
1. Baskı Nisan 2017
440 Sayfa




29 Nisan 2017 Cumartesi

Okudum Bitti-60: Animal Triste || Monika Maron




          Kitap seven herkese yeniden merhaba. Ayşım'ın kitabından bahsetmişken, onun paylaşımlarından görüp aklımın bir köşesine not aldığım yazarlardan biri ile devam edeyim. Monika Maron 'un Uçucu Kül kitabını görmüştüm hem okurken, hem de blog paylaşımında. Aslında onu alacaktım ama son anda sepete Animal Triste 'yi attım. Tanışma kitabımız olsun dedim yazarla. 

      Beklentim nedense çok yüksekti. Sevdim. Hatta incecik olmasına rağmen, epey ağır ağır okudum. Yazarın başka kitaplarını da okumam gerektiğini düşünüyorum. 

      Animal Triste de adı verilmeyen anlatıcı kendisi de tam emin olamasa da 100 yaşında, yalnız bir kadın. Bir kızı olmuş , müzede çalışmış yıllarca. Çocukken İkinci Dünya Savaşı 'nı görmüş , Berlin Duvarı'nın yıkılmasına şahit olmuş ve yarım kalmış aşkının acısını hayatı boyunca yaşamış. Öyle ki birçok şeyi zamanla unutmuş ama bir sonbahar günü kendisini bırakıp giden, evli sevgilisini unutamamış. Uzun ömrü kendisiyle, geçmişiyle iç hesaplaşmalarla ve sevgilisinden kalanlarla onu hatırlayarak, yaşatarak geçmiş.

             Almanya'yı ikiye bölen duvarın yıkılmasından sonra çalıştığı, Berlin Doğa Bilimleri Müzesi 'nde tanışmışlar, adını unuttuğu için Franz diye bahsettiği aşkıyla. On iki metre yüksekliğinde ve yirmi metre uzunluğunda bir dinozor iskeletinin önünde , yani Brachiosaurus'un. Bu yüzden geri kalan hayatı boyunca ikisinden başka düşünmekten hoşlandığı bir şey kalmamış. Sırf aşkına, tutkusuna duyduğum hayranlık yüzünden kitabı okuduğum gece rüyamda çocukluk aşkımı gördüm. :) 

   Anlatıcı Almanya 'nın Doğu kısmında yaşamış, Franz ise Batı da. İkisinin yaşantıları   çevresinde döneminin sosyal yapısını, tarihini de ustalıkla satır aralarına serpiştirmiş yazarımız. Sadece aşk, tutku öğeleri içeren bir roman değil. Derin ama kasvetli de. Ama kötü anlamda değil. Kadın bir karakterin gözünden kadın olmayı, aşık olmayı, unutmayı, hatırlamayı ve daha birçok şeyi okudum daha ne olsun? 





... Onu beklemiştim. Haftalarca evden ayrılmaya cesaret edemedim, tam da o saatte geri gelir de, evde olmadığım için, bir daha hiç gelmemek üzere gider diye korktuğumdan; geceleri telefonu yastığımın altına koyuyordum. Onu beklediğim sürece, sadece onu düşünüyordum. Her karşılaşmayı, bana söylediği her kelimeyi, geceleyin birbirimize sarılmalarımızı, tekrar tekrar canlandırdım. Sevgilimin bana o kadar yakın olduğunu düşünebiliyordum ki, saatlerce, bizzat buradaymış gibi mutlu olabiliyordum. Zamanla,boş yere bekliyor oluşuma alışmaya başladım. Hiç kavuşma ümidi olmadan beklemek mümkünse, işte ben onu yaptım, aslında bugün hâlâ bekliyorum.



...Unutmak ruhun bayılmasıdır. Hatırlamanın, unutmamakla hiçbir ilgisi yoktur.


... Aşkın içimize mi girdiğini, yoksa içimizden mi çıktığını bile bilmiyorum. Kimi zaman bize aylarca, hatta yıllarca pusu kurmuş başka bir varlık gibi içimize girdiğine, bizim günün birinde, anılara ya da düşlere kapılmışken, özlemle gözeneklerimizi açtığımıza, sonra bu gözeneklerden içeriye girmesinin saniyeler aldığına ve derimizin altındaki her şeyle karıştığına inanıyorum.


... Sen benim gecikmiş gençlik aşkımsın, diyorum Franz'a, Franz, demek öyle, diyor, bu söz kulağa bir soru gibi geliyor ve açıkça beni yeni açıklamalara teşvik ediyor.
     Gençlik aşkım, en azından mutlu bir gençlik aşkım yoktu. Sevdiğim hiç kimse beni sevmemişti; beni seven hiç kimseyi sevmemiştim. Bir arıza ya da kibir. Mutluluk ulaşılmaz olandı. Ulaşılabilen ise, sahte mutluluk olmalıydı.


... Aşk da dinozorlar gibidir, bütün dünya onların ölümünü düşünerek oyalanır: Tristan ile İsolde, Romeo ile Juliette, Anna Karenina, Penthesilea, her zaman yalnızca ölüm, her zaman olanaksız olana duyulan bu şehvet. İnsanların, iddia ettikleri gibi, aşka yeteneksiz olduklarına inanmıyorum. Gençlik aşkı yaşamamış, zamanını bilemeyecek kadar erkenden ölüm korkusuyla aşklarını haykırmış mutsuz ruhlar tarafından buna inandırılıyorlar.



... Savaşlar olmasaydı erkekler de kadınlar gibi yalnızca insan olurlardı.



... Arzuladığımız hatta içimizde sarsılmadan ya da uyanmadan gizli durduklarını bildiğimiz özellikler, âşık olduğumuz saniye, onlarla birlikte yaşamaya alışkın olduğumuz öteki özellikleri kovarlar. Bir daha kendimizi tanıyamayız. Daha güzel, daha uysal, daha bilge oluruz. Kibirimizden ve fesatlığımızdan kurtuluruz. En kötü düşmanımıza boyun eğecek durumdayızdır. Her ağacı, her caddeyi, her dakikayı mutluluğumuzla ışıtırız ve onların o zamana kadar keşfedilmemiş güzelliklere şaşırırız. Kendimizi gökyüzüyle, yağmurla, rüzgârla bir hissederiz. Nihayat bu dünyaya aidizdir ve nihayet artık bu dünyaya ait değilizdir.




ALEF YAYINLARI

Çeviren: Mustafa Tüzel
2. Basım Haziran 2016
160 Sayfa


Okudum Bitti-59: Siyahın Neşesi || Ayşım Okudan




        Herkese merhaba, günün ilk ve en güzel kitabı çok değerli arkadaşım, Ayşım 'ın ilk kitabı Siyahın Neşesi. Kitaptaki şiirlerin çoğu, canım Ayşım'ın, çok değerli ve harika eşi bestelesin diye şarkı sözü olarak yazılmış. Ayşım 'ın kitabıyla ilgili blog yazısına buradan ulaşabilirsiniz. Ayşım 'ın en az kendisi kadar harika eşi Fazıl Bey'in Youtube kanalına abone olmayı da unutmayın. Buradan ulaşabilirsiniz. 


     Ayşım 'ın bu kitabını bana ilk hediye ettiği zaman (bakınız burada) severek okumuştum, bloga yazma fırsatı bulamadan annem el koydu. Sonra da kendi odasındaki kitaplığa gömmüş. :) Geçenler de İnstagram hesabımda paylaşınca aklıma geldi, utandım. Ayışığı Kedisi yazım için tık tık. 


Birkaç örnek paylaşayım :







VAR MI?

Kimi nasibini almış acılardan
Kimi çıkar peşinde koşar durmadan
Var mı ki hala yara almadan yaşayan
Yoruldum yanlışları sorgulamaktan



SİYAH BEYAZ

Ne vakittir siyah beyaz görünüyor her şey gözüme
Yokluğunda renkleri kaybettim bu sevgisizlikle
Ben siyah sen beyaz kaldın karışmadan birbirimize
Sen uçuk silik bir siluetsin hayallerimde 
Ben ölüm kadar kapkara yaşıyorum bu gerçekle




GÜNDÜZ KİTABEVİ YAYINLARI

Aralık 2006
94 Sayfa



27 Nisan 2017 Perşembe

Okudum Bitti-58: Üst Kattaki Deli Kadın || Catherine Lowell






             Kitap seven herkese merhaba. Günün kitabı ilk gördüğümden beri okumak için sabırsızlandığım Üst Kattaki Deli Kadın. 

         Meşhur Bronte Kardeşleri bilirsiniz, değil mi? Az çok hepimiz bir ucundan biliyoruzdur bence. Uğultulu Tepeler (Emily Bronte), Agnes Gray (Anne Bronte) Jane Eyre (Charlotte Bronte)... Bu kitabı okuduktan sonra Bronte Kardeşler hakkında araştırma yapma isteği doğdu içimde. En kısa zamanda kitaplarını da tekrar okumak istiyorum. 

          Kahramanımız Samantha, Bronte Kardeşlerin yaşayan son akrabası. Babası hayattayken hep edebiyatla, özellikle de Bronte Kardeşler ile iç içe geçmiş hayatı. Yaşayan tek varis olduğu için gizemli bir mirasa konduğu düşünülüyor birçok kimse tarafından. Ama Samantha'nın peşinde olduğu şey maddi bir miras değil. O babasının hatıralarını yaşatacak, kendince onu ölümsüz kılacak bir hikayenin peşinde.  Oxford Üniversitesi'ne başladığında da eminim okuduğunuz da çok seveceğiniz yakışıklı profesör Orville 'e tanışır. Özel derslerinde etttikleri sohbetler çok tatlıydı, benden söylemesi. 

               Kitapların kılavuzluğunda gizemi çözmek için en az Samantha kadar merak ederek sayfaları çevirdim.  Henüz hiç Bronte kitabı okumadıysanız bu kitaptan sonra ilk alışverişinizde sepete birer tane atarken bulacaksınız kendinizi. 




               Bu arada Bertha Mason aklıma gelince yani kitabın adını duyar duymaz gözümün önüne Çolpan İlhan'ın Sonbahar Rüzgarları filmindeki şahane performansı geldi. (Bu fotoğrafın kitapla alakası olmasa da kıştan kalan kardan adamlarımın son günleri olduğu için hoş görünüz. Şey bir de Kartal Tibet adıma imzaladı o kartpostalı, onun görmemişliğini yaşıyorum. :))





... Orville de cenaze levazımatçısı kılıklı Maggie gibi soyadım hakkında konuşmak isteyecekti. Yangını, mirası, efsaneyi konuşmak isteyecekti. Emily Bronte'nin 5 Aralık sabahında kahvaltıda yediklerini, Anne'in boş zamanlarında yazdığı erotik şiirleri, Charlotte'ın poposundaki gizli dövmeyi öğrenmek isteyecekti. Bu da benim üstümdeki lanetti, İngiltere'nin en ünlü üç kadınıyla akrabaydım.



... Charlotte, Emily ve Anne'i tanıyordum ve bence kimse kimseyi böylesine tanımamalıydı. Ayakkabı numaralarını, boylarını, küçük, saçma sapan sırlarını, niçin kavga ettiklerini ve neye güldüklerini, Emily'nin sağ ayağındaki beni bile biliyordum. Sevgi barındırdığı her kalbi yaralardı. Bu da benim yaramdı işte: Çok iyi tanıdığımı düşündüğüm arkadaşlarımla aslında hiç tanışmadığımı biliyor olmam.


... Babamın felsefesine göre kitaplar, okuyucunun hayal gücünün sürekli biçim değiştiren birer ürünü değildi. Romanların kendi içlerinde belirli ipuçları ve haritalar sakladığını söylerdi. İpuçları derken, benzetmelerden ya da sembolizmden bahsetmiyordu. Gerçek ipuçlarından bahsediyordu. Onun için her kitap kendi kendinin define haritasıydı. İyi bir kitap onu okuyan kişide asla silemeyeceği bir iz bırakır, derdi. Yapman gereken tek şey gözünün önünde duran şeyi görebilmeyi öğrenmek.



... ''İsterseniz derin bir nefes alın, ha? Bu sadece bir kutu.''
     ''Pandora da öyle demişti.''



... Zekâ, insanı olduğundan daha güzel gösterebiliyordu.



... Çok huzursuz hissediyordum. Karanlıkta bir başına kalmış hayal gücü kadar korkunç bir şey yoktu.






ARKADYA YAYINLARI

Çeviren: Çağla Önsal
1. Baskı Nisan 2017
408 Sayfa





25 Nisan 2017 Salı

Okudum Bitti-57: Böyle mi Olacaktı? | Tarihte İz Bırakan 13 Ayrılık || Jennifer Wright




              Kitap seven herkese merhaba. Günün kitabı adından da belli olacağı üzere 'Tarihte İz Bırakan 13 Ayrılık'ı anlatan Böyle mi Olacaktı? kitabı. Jennifer Wright o kadar tatlı tatlı anlatmış ki Gülse Birsel 'den okuyormuşum gibi hissettim. Anlatıma tatlı dediğime bakmayın epey sert ayrılık hikayeleri bunlar. Eğlenceli bir dille anlatılmış ve çok keyifle okudum. 


İçindekiler kısmı bile güzel olur mu bir kitabın? Oluyor. Bakınız:

1. Yerinizi ''Nasıl ya?'' dedirtecek biri aldıysa Nero ve Poppaea'yı okuyun.

2. İşini bilen, bağımsız ve yırtıcıysanız Akitanyalı Eleanor ve II. Henry'yi okuyun.

3. Sizinkiler eski sevgilinizi tasvip etmediyse ve size daha iyilerini layık gördüyse Lucrezia Borgia ve Giovanni Sforza'yı okuyun.

4. Aynı hatayı iki kere tekrarladıysanız VIII. Henry, Anne Boleyn ve Catherine Howard'ı okuyun.

5. Mutlu çiftlere kıs kıs gülmeye başladıysanız Anna İvanovna'yı okuyun.

6. Hayaletlere İnanıyorsanız (ve sosyal medya meraklısıysanız) Timothy Dexter'ı okuyun.

7. Az evvel kendinizi kaybedip eski sevgilinize hararetli bir e-posta yolladıysanız Caroline Lamb ve Lord Byron'ı okuyun.

8. Bedeninizle barışıklığınız hasar aldıysa John Ruskin ve Effie Gray'i okuyun.

9. Sadece acılı bir ilişki idiyse Oscar Wilde ve Lord Alfred Douglas'ı okuyun.

10. Terk edildiyseniz Edith Wharton ve Morton Fullerton'ı okuyun.

11. Eski sevgiliniz kadar iyisini bulmakta zorlanıyorsanız Oskar Kokosha ve Alma Mahler'ı okuyun.

12. Bir özrü hak ediyorsanız Norman Mailer ve Adele Morales Mailer'ı okuyun.

13. Sonunda her şeyin yoluna gireceğine inanmak istiyorsanız Debbie Reynolds, Eddie Fisher ve Elizabeth Taylor'ı okuyun.


   İşte okuyacağınız ilişkiler bunlar. Tüm bunları anlatırken haliyle dönemlerine dair çok güzel bilgiler de veriyor yazarımız. Ben kitabı okurken aklımda hep Sezen Aksu'nun İkili Delilik şarkısı vardı. Sıradaki şarkıyı hediye edercesine bu kitabı da sevip terk edilmiş, aldatılmış, kırılmış tüm kalplere tavsiye ediyorum. Aslında adıyorum demek istedim bir an. :) Çeşitli görseller de iliştirilmiş bölümlerle ilgili. Arada açıp vay be, yok artık, yuh gibi  tepkiler veririm bu kitaba ben.
              




... Evrim biyologları, aşk acısı çeken insanların beyin taramalarının, yoksunluk dönemindeki kokain bağımlılarının beyin taramalarıyla birebir aynı çıktığını keşfetmişler. 


...Romalılar, İnsan öldürmenin yaratıcı ve beklenmedik yollarını keşfetmeye bayılırdı. Roma'da baba katilleri, gözleri bağlanıp sopalarla dövüldükten sonra bir çuvala tıkılırlardı. İçine ayrıca bir maymun, yılan, köpek ve bir horoz atılan çuval, ağzı dikilerek kapatılırdı. Çuvala tıkılan hayvanların birbirleriyle iyi geçinmeyecek türden olmaları şarttı. Ama aslında onun da önemi yoktu, çünkü çuval, ağzı kapatıldıktan sonra nehre atılırdı. Maymun, yılan, köpek ve horozu eşzamanlı büyülemeyi başarsanız bile boğulup giderdiniz.


... Antik Roma'da hadım etme yasaktı. Başka ülkelerden hadım satın alabilirdiniz ama Romalı bir köle olmanın en büyük ayrıcalıklarından biri, cinsel organlarınıza el sürülmeyecek olmasıydı.


... Disney yalan söylüyor. Günümüzde gece yarısı bir partide dans ederken ayakkabınızı kaybettiyseniz sarhoş olduğunuz için kaybettiğinizi biliriz. Ama 1100'lü yıllarda bir partide ayakkabınızı kaybettiyseniz büyük bir ihtimalle biri ayağınızı kesip ayakkabınızı çalmıştır ve bir yerde ölüp gitmişsinizdir.


... Tarihçi Johann Burchard, Diary'sinde şöyle anlatıyor:

1501 Ekim'inin son gününde Cesare Borgia, Vatikan'daki özel dairesinde sosyete orospusu olarak bilinen ''elli namuslu fahişe'' ile bir ziyafet düzenledi. Yemekten sonra kadınlar konuklarla ve orada bulunan diğer kimselerle önce giyinik, ardından çırılçıplak dans etti. Yemekten sonra, masaların üzerindeki şamdanlar kaldırılıp yerlere kondu ve etrafa kestaneler atıldı. Çıplak fahişeler, el ve dizleri üzerinde şamdanların arasında gezinerek kestaneleri toplarken Papa, Cesare ve kız kardeşi Lucrezia onları seyretti. Son olarak da, fahişelerle en fazla iş tutanlara ipek tunik, ayakkabı, şapka ve benzeri ödüller dağıtıldı. 



... Bazen aptallık, iyilikten ve parıltıdan üstün gelebiliyor.




DOMİNGO YAYINLARI

Çeviren: Zeynep Yeşiltuna
Mart 2017
250 Sayfa



23 Nisan 2017 Pazar

Okudum Bitti-56: Yaşamak || Yu Hua




                Kitap seven herkese merhaba. Günün kitabı Çinli bir yazardan. Yu Hua 'nın Yaşamak kitabı. Daha önce Çinli yazarlara ait çok fazla kitap okumadığım için sepete atmıştım kitabı. İyi ki atmışım, çok güzeldi.

   Çin edebiyatından okuduğum kitaplar:

Mo Yan - İri Memeler ve Geniş Kalçalar yazısı burada,

Mo Yan - Değişim yazısı burada,

Ha Jin - Çözülme yazısı burada.


       Yaşamak birçok kayıp yaşayan Fugui 'nin uzun yaşamının anlatısı. Maddi, manevi bir çok şeyi kaybederken yaşamaya devam eden Fugui 'nin yaşamı. Bakmayın dramatik gelmesin cümlem, aslında okurken kızmadan edemedim ona. Çünkü gençlik günlerinde hatırı sayılır aile servetini kumarhanelerde, genelevlerde yiyip tüketen bir adam. Ama daha sonra sıfırdan başlamayı da becerebilmiş bir adam. Kendi zor günlerinin üstüne bir de Kültür Devrimi 'nin yıkıcılığı eklenir. İç Savaş zamanında zorla, hatta tesadüfi olarak askere alınır.Evine dönmesi uzun zaman alır. Döndüğünde de işler pek iç açıcı gitmez.

          Fugui 'nin kişisel gelişimi açısından zorlu ama olumlu olsa da üzücü hikayesini ülkesinin de durumu eşliğinde harika bir dille okumak çok güzeldi. Ve tüm bunları yaşlı bir adam olan Fugui ile karşılaşan anlatıcıyla (yazar) olan sohbetlerinden dinliyoruz. Anlatım o kadar güzeldi ki kendimi yaşlı adam ile sohbet eden anlatıcı gibi hissettim. Yazarı sevdiklerim listeme ekledim gitti.







... Artık öyle bir noktaya gelmiştik ki, yaşamak ya da ölmek önemli değildi. Ölmeden bir parça ekmek yiyebilirsek mutlu olacaktık.



...Jiazhen ise Fengxia'nın sırtında mutluydu. ''Tedavi edilemez olması iyi bir şey, yoksa tedavi masrafları için parayı nereden bulabilirdik?'' dedi.



... Hikâyesi, pençelerini ağaca geçirmiş bir kartal gibi esir almıştı beni.




JAGUAR KİTAP

Çeviren: Bahar Kılıç
1. Baskı Nisan 2016
206 Sayfa



22 Nisan 2017 Cumartesi

Okudum Bitti-55: Bir Nedene Sunuldum || Yalçın Tosun




     Kitap seven herkese merhaba. Günün kitabı öykülerini severek okuduğum Yalçın Tosun'un okumadığım son öykü kitabı Bir Nedene Sunuldum. Peruk Gibi Hüzünlü 'yü de çok sevdim, ondan da birkaç alıntı yazacağım ilerleyen günlerde. Ve ilk kitap alışverişimde Yalçın Tosun'un şiir kitabı Kendini Tutan Su'yu alacağım.

    Yalçın Tosun öyküleriyle ilk olarak 2014 yılında Dokunma Dersleri ile tanıştım. Yazısı burada.

   Daha sonra yazarın ilk öykü kitabı olan Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler'i okudum. Yazısı burada.


     Kitap beş bölümden oluşuyor ve her bölümde dört güzel öykü bulunuyor. Bölüm başlarında çok güzel alıntılar var ve bazı öyküler tanıdık birilerine ithaf edilmiş, Tomris Uyar, Füruzan gibi. Ve daha başlar başlamaz güzel bir öykü ile merhaba kitap. Yalçın Tosun okumaya başladığım için kendimi şanslı hissediyorum. Tarzını biliyorsanız zaten sevmemeniz mümkün değil. Cinsellik içeren, bazen sert gelebilecek, biraz da kasvetli öyküler. 


En sevdiklerim: Kiraz'ın Kokusu (ilk öykü) , Güzel Yüzlü Garsonlar ve aslında kararsız kalsam da sanırım Siyah Külot.


Kitapta bulunan öyküler:

1
Kiraz'ın Kokusu
Fesleğenler
Kırmızı Gemiler Geçer
Siyah Külot

2
Bir Berber Hikayesi
Tarazlı
O Mahrem Dehliz
Pembe Yuvarlak

3
Güzel Yüzlü Garsonlar
Kutucuklar
Zigon Sehpanın Üstü
Mevhibe Yaren'in Zifaf Jartiyeri

4
Sığınaksız
Otoportre
Karganın Merhameti
En Uzak Dağ

5
Beyaz
Yardımcı Erkek Oyuncu
Dili
Bir Med Cezir Yokluğu





... Evet, çok inatçıydım tüm kırılganlığıma rağmen. Ya da tüm kırılganlar gibi mi demeliydim? İnadımın tırnaklarıyla tutunuyordum sanki bu bir türlü anlayamadığım, hoyratlığıyla başımı döndüren, muhteşem ve korkunç hayata. 
                         *Pembe Yuvarlak



... Daire, Teşvikiye'nin en görkemli apartmanlarından birinin son katındaydı. Apartmanlara 'daire' denmesini hep trajikomik bulmuştu Zülfi Bey, ondandır, hüzünle gülümsedi. Bir yerlerde mi okumuştu ne; bu daire lafı, evlerin içinde ömür tüketen insanların zavallı kısır döngüsünü anlatan pek asap bozucu bir şakaya işaret etmekteydi. Sahiden, aynı dört duvar içinde 'dön babam dönelim' diyerek bir ömrün sonuna varmak, birçoğumuzun kaderi değildiyse neydi?
                       *Mevhibe Yaren'in Zifaf Jartiyeri



... O kocaman, mürdüm gözlerini bana çevirdiğinde ona sarılmak isterdim. Nerede olursak. Yanımızda kim bulunursa bulunsun. Ama bu arzumu sulamaz, daha filizlenmeden kurumaya bırakırdım. Oldum olası böyle cinayetlerin ustasıydım, nice doğmamış heveslerin acemi katili.
                         * Otoportre



... Yalnızlık bir tercih olmadığında can sıkıcı olabiliyordu çünkü.
                           * En Uzak Dağ





YAPI KREDİ YAYINLARI
2. Baskı Aralık 2015
130 Sayfa




20 Nisan 2017 Perşembe

Okudum Bitti-54: Neruda'nın Postacısı || Antonio Skarmeta

  


    Kitap seven herkese merhaba. Günün kitabı çok severek okuduğum Neruda'nın Postacısı.  Kitaptan uyarlanan Ateşli Sabır ve sanırım onun İtalyan versiyonu Postacı filmleri var. Epey uzun zaman önce izlemiştim ve çok güzeldi. Yakında tekrar izleyeceğim. Normalde kitaptan önce filmi izlemem ama nadiren de olsa oluyor böyle. Ama aradan zaman geçtiği için sorun olmadı. Yine de önce kitap, sonra film olsun hep. :) 

           Şili'de Isla Negra isimli kasabada yaşayan Mario Jimenez isimli genç tesadüfen gördüğü bir ilan sayesinde kasabanın postacısı olarak işe başlar. Hem şansı hem bisikleti sayesinde postanenin tek müşterisine postaları taşımaya başlar. Ve o tek müşteri de harika Pablo Neruda 'dır. On yedi yaşında hayranı olduğu şaire bu kadar yaklaşabilmek herkese nasip olmaz. Kıskandım sanki. :)  

        Neruda 'ya da sık posta geldiği için aralarında zamanla bir dostluk kurulur. Birbirlerine oldukça ilginç yardımları da dokunur. Nobel Edebiyat Ödülü kazanmayı beklediği sıralar devlet başkanlığına aday gösterilir ama Salvadar Allende de aday gösterilince geri çekilir ve Sallavar Allende  demokratik oylarla seçilmiş ilk Marksist olarak Şili'deki seçimlerden galip çıkar. Neruda da Paris'e büyükelçi olarak atanır ve kasabadan ayrılır ve geri döndüğü zaman, Genereal Pinochet darbesi yüzünden gözetim altındadır ve sağlık durumu da iyi değildir. Eskisi gibi postalarını götüremeyen Mario mektupları ezberler. Sonrası mı? Çok anlattım bile ,henüz okumadıysanız okuyun.

     Kısacık sayılabilecek bu yüzden tadı damağımda kalan çok tatlı, yer yer hüzünlü, güzel bir kitaptı. 





... ''Kötü bir haber mi var?''
     ''Berbat bir haber! Beni cumhurbaşkanlığına aday göstermeyi öneriyorlar.''
      ''Ama Don Pablo, bu harika bir şey!''
      ''Aday göstermeleri harika da, ya seçilirsem?''


... En sonunda postacı, şairin dizelerinin epeyce bir bölümünü belleyip de kızı baştan çıkarmak üzere bunları kullanmaya niyetlendiğinde, Şili'de pek korkulan bir kurumla, yani kaynanayla burun buruna geldi.



... ''Kültürlü geçinen beyefendi, söyleyin bakalım. Materyalist ne demekmiş?''
     ''Materyalist, bir gül ile bir tavuk arasında seçim yapmak zorunda kaldığında hep tavuğu seçen kişidir,'' diye homurdandı telgrafçı.




KIRMIZI KEDİ YAYINEVİ

Çeviren: İnci Kut
2. Basım Ekim 2016
152 Sayfa




19 Nisan 2017 Çarşamba

Okudum Bitti- 53: Bir Göçmen Kuştu O || Ayla Kutlu






            Günün son kitabı da çocuk kitapları hariç (onlar da çok güzel) geç başlayıp hayran olduğum yazarlardan Ayla Kutlu 'nun çok severek, hüzünle okuduğum kitabı Bir Göçmen Kuştu O.

         Yazarın daha önce üç kitabını okudum: 

Kadın Destanı yazısı burada ,

Sen De Gitme Triyandafilis yazısı burada,

Hüsnüyusuf Güzellemesi yazısı burada.


     Hepsi birbirinden farklı ve çok güzeldi. Ayla Kutlu birçok farklı türde eserler veren, mutlaka okunması gereken yazarlarımızdan. Benim gibi geç kaldıysanız daha fazla gecikmeyin başlayın bir ucundan.


     Bir Göçmen Kuştu O 1986 yılında Madaralı Roman Ödülü 'nü kazanmış. 


     1977-78 Osmanlı Rus Savaşı zamanında evlerinden, yurtlarından göç etmek zorunda kalan bir ailenin yaşadıklarını konu alıyor kitap. Yıllarca dostça yaşadıkları Rus komşuları tarafından kafası kesilen Batu Bey 'in karısı Cevahir yanında alabildiği varla yok arası eşyasıyla oğlu Emir 'i yanına alarak yola koyulur. Zorlu bir yolculuğun ardından perişan haldeyken Batum'da Mahmut Ağa ile yolları kesişir ve Urfa'ya gelirler. Yolda hamileliğini gizleyen Cevahir 'in bir de engelli kızı olur. Çocuğu olmayan Ağa ve karısı Gülüş çocukları evlat edinirler.

      Bundan sonra Ağa evinde büyüyüp, eğitim alan Emir Bey 'in ailesine odaklanır roman. Zaten göçmen kuş olan da Emir Bey'dir.  Daha çok kadınlar etrafında devam eder olaylar. İlk eşi Nurhayat, kardeşi Helal Hanım, Yeşil Hanım ve eşi Nevnihal. 

       Osmanlı Mebusan Meclisi kapanmadan önce saygıdeğer bir mebus olan Emir Bey, İstanbul'un işgalinden sonra kaçak durumuna düşer ve kurtuluş mücadelesine katılmak için Ankara'ya gider. Ve zorlu süreç tamamlandıktan sonra büyüdüğü topraklara döner yeni karısıyla. Tüm bu süreç, hem başlangıçtaki göçün , hem de Cumhuriyet 'in inşa sürecinin zorlukları çok harika anlatılmış. Sonraki ev işi karmaşa da ayrı duygu yüklüydü. Kitabın devamı olan Emir Bey'in Kızlarını da önümüzdeki ay okumayı planlıyorum. 



...Yeşil Hanım gözleri ıslanarak:

 - Nevnihal yavrum, dedi. Baban bu acıya dayanacak güçte değil. Perdeler bir daha açılmasın. Göz hırsız... İzin vermeyelim. Yalan da olsa yanlış da, bir daha onların ışıklarını evimize sokmayalım. Gün gelir, onlar dönüş yoluna girerler. O zaman bakarız, hakkımızdır. Baktığımız kıçlarındaki ışıktır. Ne demişti Sarı Paşa? ''Geldikleri gibi giderler...'' Tanrı'nın izniyle askerin gücüyle... Olacak bu.



... ''Ben Nevnihal, insanların iyi olduğuna inanırım. Bütün görüp yaşadıklarım bunu, yani, bu inancımı değiştirmeye yetmedi. Ama bir şeye iyiden inandım: İnsanlar birinin ardına takıldıklarında, başkalarının oyununa geldiklerinde, sürüye dönüşüyorlar. Tek insana tek kahramana kinim ondan.''



...''Bütün bağlar, bütün haklar bir gecede yok olabilir. Yok etme gücünü ilk kullananın buna neden kalkıştığını anlamazsınız önce. Bir gece dostluk ve güven içinde yatmak ve ertesi sabah akıldışı bir düşmanlıkla, kana susamışlıkla karşılaşmak, akıl alır şey midir? Değildir, çünkü bunun adı gaflettir. Bilmem duydunuz mu, sıcak denizlerde Amok denilen bir çılgınlık hali vardır. Böyle durumlarda, bütün bir ırk amoklaşıveriyor.''



... İnsan gençken kaderi yeneceğini sanır. Sonra anlar: Kader senin hükmüne uymaya mecburum.





BİLGİ YAYINEVİ

2. Basım Temmuz 1986
248 Sayfa