30 Eylül 2016 Cuma

Okudum Bitti- 104: Ve Sen Kuş Olur Gidersin || Tarık Tufan






                     Herkese merhaba. Ve Sen Kuş Olur Gidersin , Tarık Tufan 'ın okuduğum ilk, bloga yazdığım ikinci kitabı. Diğer kitap : Şanzelize Düğün Salonu yazısı burada.  

             Bir önceki Tarık Tufan yazımda da bahsettiğim gibi kitapları set olarak aldım ve çok memnunum. Diğer kitapları da en kısa zamanda okuyacağım. O kadar hoş ve etkili cümlelerle dolu ki kitaplar okuduğunuza pişman olmayacaksınız. Benim gibi tanışmakla geç kalanlara tavsiye ederim.

          25 ayrı bölümden oluşuyor kitap. Her bölümün birbirinden hoş başlıkları var. Birkaç örnek: 

İnsan tamamlanmamış bir cümledir.

İnsan, sakladıklarıyla insandır.

İnsan bazen karmakarışıktır...

İnsan canhıraş bir suskunluktur...


   İnsana dair, duygulara dair dolu dolu bir okuma oldu benim için. Duygulandığım yerler oldu sıkça. Arkasından okuduğum Şanzelize Düğün Salonu kadar ağlatmasa da, duygulandım...  


     Kitaptaki kahramanın duygularını, yalnızlığını, kederini okurken, sık sık ne kadar da doğru, güzel bir anlatım diye düşündüm. Kahramanız genç, üniversite mezunu, iyi bir işi olan biridir ama tüm bunların yanında olabildiğine yalnızdır. Yalnızlığı onu derin düşüncelere iter. Böyle düşünceli gecelerin birinde dolaşırken bir adamla karşılaşır. Bu karşılaşmalarında daha önce de karşılaştıklarını hatırlar. Perişan halini görüp, para vermeye çalışmış ama reddedilmiştir. Kısıtlı da olsa sohbetlerinin de etkisiyle hayatı farklı bir şekil alır. Etkileyici bir sonla kitabı bitirip kapağını kapatınca, rastgele bölümler açıp duygu cilası yaptım.


      Tüm bu etkileşim, değişim sürecinden daha çok etkileyici olan kitapta o kadar çok içi dolu cümle vardı ki, hepsini not almaya çalışsam kitabın yarısını yazmam gerekirdi.





               
...  Geçmişi anlatmakla ne umar insan? Her şeyin yaşanmış ve bitmiş olmasının verdiği rahatlıkla, tüm olup bitenlerden bir şeyler öğrenebildiğini göstermek çabası mıdır bu?  Kendisiyle, olaylarla yüzleşebilmek cesaretini kaybetmediğini ispatlamak mıdır başkalarına karrşı?

    Belki de içini boşaltmak...



... Her yalnızın aradığı bir fırsattır anlatabilmek.



...İnsanlara bir şeyler anlatmaya çalışmak buharlı bir cama yazı yazmaya benziyor. Özenle yazıyorsun, apaçık belli oluyor anlattıkların. Sonra silinip gidiyor.



... Hevesleri, beklentileri, erteledikleri, kursağında kalmış kelimeleri, kaçırılmış bakışları, gizledikleri, bitirilmemiş mektupları, susuşları ve istemsiz veda edişleriyle tamamlanmamış bir cümledir insan.



... O kadar çok şey biriktiriyor ki insan!



...Münkesif bir kalbin iç burkan acziyetini kimselere söylememek de başka bir acı veriyor insana.
   



... Bir hayata şahitlik etmek bazen insanın soluğunu kesecek kadar ağır bir gösterime dönüşüyor.



... Bir sevgili gittiğinde, ona baktığınız gözlerinizi de alıp gitmiştir.
   Bir sevgili gittiğinde, altında onunla dolaştığınız gökyüzünü de alıp gitmiştir.
    Bir kuş, bir sevgili...
    İnsan kaybettikleriyle insandır.



... İnsan garip bir varlık bazen sakladıklarıyla mutlu oluyor. Bazen de açığa vurduklarıyla.



... Yarın kelimesi bende büyülü çağrışımlar uyandırdı hayatım boyunca.
    Yaşadığım her günün acısını ve umudunu yarına erteledim. Ertesi gün olduğunda her şeyin yerli yerine oturacağına ilişkin bitimsiz beklentiler büyüttüm içimde.




... İnsan canhıraş bir suskunkuktur...

''19. yüzyıl boyunca birçok cerrah, bir hayvan üzerinde operasyon yapmadan önce alışılmış bir biçimde ses tellerini kestiler. Bunu, deney sırasında hayvanlar ses çıkarmasın diye yaptılar.
  Deneyi yapanlar ses tellerini keserek aynı zamanda gerçeği yadsıdılar- sessiz bir hayvanın acı çekmediğini varsaydılar- ve bunu kendileri doğruluğunu kabul ettikleri bilgileriyle doğruladılar. Hayvanın çığlıkları  onlara zaten bildikleri bir şeyi, karşılarındaki yaratığın bilinçli, hisseden ve operasyon sırasında eziyet edilmiş bir varlık olduğunu anlatacaktı.''
                                    Kelimelerden eski dil


Susuyor olmam, acı çekmediğim anlamına gelmez...





PROFİL KİTAP

16. Baskı Nisan 2016
126 Sayfa



23 Eylül 2016 Cuma

Okudum Bitti -103 : Budala || Dostoyevski





                                Herkese merhaba. Dostoyevski okumalarımı epey ihmal ettim. En son geçtiğimiz aylarda Budala 'yı okuyup bitirdim. Suç ve Ceza 'dan sonra okuduklarım içinde sanırım en sevdiklerimden oldu. Sıradaki kitabım Yeraltından Notlar. 

                         Prens Mişkin ile tanışmak güzeldi. Klasik kitaplar hakkında ahkam kesmek pek haddim olmadığı için kısaca değinip, beğendiğim birkaç alıntıyla veda edeceğim her zaman olduğu gibi. Sara hastası olan Prens Mişkin 'in saf, dürüst davranışları onun 'Budala' olarak anılmasına sebep olur. Prensin çevresinde yaşananlara bakarak insanların ne kadar iki yüzlü, içten pazarlıklı olduğunu bir kez daha anlamış oldum. 

                       Tedavi gördüğü İsviçre'den beş parasız dönen Prens, Petersburg'da uzaktan akrabası olan Lizaveta Prokovyevna ve general eşinin evine gider. Böylece onların üç kızı ile de tanışmış olur : Aglaya, Adelaida ve Aleksandra. Ganya ile tanışması ve Nastasya 'nın portresini görmesiyle başlar her şey.

                     Kitabın kahramanı Prens Mişkin olsa da diğer karakterler de çok güzel anlatılmış. Ah keşke o isimler de o kadar kafa karıştırıcı olmasa. :)  Nastasya Filipovna ise en az Prens Mişkin kadar unutulmayacaklar listeme adını yazdırdı. İppolit ise üzdü. Farklı görüşler, düşünceler, sağlam toplumsal eleştiriler vardı. Dürüstlüğün , saflığın budalalık sayıldığı ikiyüzlü bir toplumun eleştirisiydi özetle. Aşk romanı olmaktan ziyade psikolojik yanı ağır basan bir kitaptı. Dostoyevski 'nin kendisinden de izler taşıdığını okumuştum bir yerlerde. Aşk yok muydu? Kim demiş? :)) Hem de çifte aşk...





                       Budala 'ya başladığım gün Bursa'dan kestane şekeri gelmişti. En az Dostoyevski kadar severim kestaneyi de şekerini de. Bursalılar şanslısınız, selam olsun size. Alıntılarımı size hediye ediyorum... :)  Kısa olanları yazıp, kaçıyorum. Bol kitaplı günler. 



... Yaş ilerledikçe tutkunun insanı körleştirdiği, yüreği olmadık umutlarla doldurduğu, çok akıllı olsa bile insanı akılsız bir çocuk gibi davranmaya yönelttiği bilinir.



... Çocuklar insanın ruhunu iyileştirir.



...İnsanlar bazen ne kadar kötü olabiliyorlar! Ne kadar zalimce davranabiliyorlar!



... Yürekli ve aptal bir kadın, akıllı ve yüreksiz bir kadın kadar zavallıdır.



... Yüzündeki gülümseme ona hiç yakışmıyordu. Sanki kırılmış bir şeyi bütün gayretiyle yapıştırmaya çalışıyor, ancak başaramıyor gibiydi Rogojin.



... Acıma duygusu insan varlığının temeli, belki de tek yasasıdır.




... Neden sürekli kaygı ve telaş içindeler, niçin devamlı öfkeli ve hırslıdırlar? Çünkü insanlar kötüdür, çok kötü.




...''Mutsuz olup bilmek, mutlu ama... aldatılmış olmaktan daha iyidir...''



... ''Yalanla başlayan şey yalanla biter, tabiatın yasasıdır bu...''





TİMAŞ YAYINLARI

Çeviren: Leyla Şener
2. Baskı Mart 2016
702 Sayfa



20 Eylül 2016 Salı

Okudum Bitti- 102 : Şehr-i Sen | Arkamda Şehrim Yıkılıyor || Başak Uluaydın




   Herkese merhaba. Gecenin kitabı ilk defa okuduğum bir yazardan, Başak Uluaydın'dan Şehr-i Sen.  Kitaba başlar başlamaz, önsöz kısmında duygulandım , hatta gözlerim doldu. Sevgili yazarımızın kaybettiği abisi için yazdığı satırlar çok etkiledi beni. Mekanı cennet olsun inşallah. Ben ilk defa okudum ama yazarın daha önce yayınlanan iki kitabı daha varmış. 


   Şehr-i Sen , yorucu hatta yıkıcı bir aşkın öyküsü. Yıkılmaya yüz tutmuş, ihanetle dolu bir evliliğin içinde olan Ekin 'in sanal da olsa sığınacak bir liman arayışı ve hayatının altüst oluşunun öyküsü... İstanbul, İzmir, Muğla, Aydın mesafelerle dolu, zamana meydan okuyan zor bir aşk. 


     Okurken neler olacağını hep merak ettim. Bütün karakterlere içimden kızdım. Yanlış seçimlerle doluydu çoğunun hayatı. Az da olsa hangimizin değil ki zaten? Aşka dair çok güzel cümlelerle doluydu kitap. Çok şiirsel bulduğum yerler oldu.







... İçimde kendime ayırdığım tek bir cümlem yok benim, hepsi sen, hepsi biz olma çabasında yazılmış, silinmiş yazılamamış ve belki de asla yazılamayacak sen dolu cümlelerimle yaşıyorum. Her an gece-gündüz, yaz-kış sana adanan cümleler ve içimde oluşan şehr-i sen.  İçimde öyle bir şehir kurdum ki tepeden tırnağa baştan ayağa sen. İçimdeki şehrimin mimarı sen... Yüksek yüksek binalar kuramıyorum oraya. Hep eksik, hep yarım ama yine de bir şehir kurdum ben derinlerimde. Şehrimin yolları hep sana çıkıyor... 



... Ne çok 'belki'li cümlelerim var benim. Keşke ve belki'yi kullanan insanlar hep geç kalıyorlar hayata.



... Akşama kadar yelkovanla akrep yerinde saydı. İnsan bir şeyleri beklerken ne kadar ağır ilerliyor zaman. Biriktiremediğimiz, tasarruf edemediğimiz tek şey olan zamanın esirleriyiz aslında...



... Biz iki uzak şehirde belki de birbiri için yaratılmış iki kişiyiz. Hiçbir zaman bir araya gelemeyecek, hiçbir zaman birbirine dokunamayacak iki insan.




... En zor da olduğum, en çıkmazda hissettiğim zamanlarda beni ayakta tutan hep hayallerim oldu benim.



... Özlemek diye bir duygu var, çok can yakıyor. Sen hiç özledin mi birini delice? Tek bir dokunuşta kaldı mı aklın? Saniyelik anılarda saatlerce takılıp kaldın mı? Özlemek nedir bildin mi hiç?





5 ŞUBAT YAYINLARI

Mart 2016
400 Sayfa 







17 Eylül 2016 Cumartesi

Okudum Bitti- 101 : Şanzelize Düğün Salonu || Tarık Tufan






             Herkese merhaba. Son kitap alışverişimde Babil.com 'da Tarık Tufan kitapları set olarak indirimli olunca almadan duramadım. Zaten özellikle Şanzelize Düğün Salonu'nu çok merak ediyordum. Bu okuduğum ikinci kitap oldu. İlkini de en kısa zamanda paylaşacağım.


            Kitaba gece başladım. Malum ben yatar okurlardanım. :) Ama ne yazık ki ağlamaktan okuyamadım. Ertesi gün devam ettim. İsimsiz kahramanımızın annesinin ölümünü anlattığı bölümler taş oldu boğazımdan mideme kadar oturdu resmen. Yer yer yine gözlerim dolu dolu okudum. Bir sürü cümlenin altını çizdim. Kısaca benim için üzücü ama iyi bir okuma oldu. Kolay okunan, merak ettiren, bazı şeyleri sorgulatan bir kitaptı.


            Aşkı uğruna yaşadığı ortamı, hayatını terk edip, bilinmeze sürüklenen bir şeyh oğlunun bir yandan yaşadıklarını , bir yandan da iç hesaplaşmalarını okuyacağınız bir kitap Şanzelize Düğün Salonu. Bölümler halinde yazılmış, her bölüm başında da bazı düşünür ve yazarların sözlerine yer verilmiş. Kitap içinde de bazı yazarların adaları geçiyor epeyce. İhsan Oktay Anar ile yaşanan bir anı var. Barış Bıçakçı, Oğuz Atay da anılıyor. Benim severek okuduğum Huzur romanı ile Ahmet Hamdi Tanpınar da var. 



Arka Kapak Dergisi 'nde Yunus Emre Tozal ve M. Ali Çalışkan 'ın Tarık Tufan ile yaptığı röportaj benim için tam bir sürpriz oldu. Kitap setini alırken röportajdan habersizdim. Özellikle Şanzelize Düğün Salonu 'nu bitirip öyle okumak istedim yazıyı. Öyle de yaptım. Çok güzel oldu.


Tarık Tufan kitabı hakkında:   

''Hakikat gibi bir derdi olan, arayan, yoldan çıkan, yoldan düşen, yola niyet eden herkes  bu romanın ana karakteridir. ''  demiş.  
              



... Çaresiz insanlar son bir umut olarak, son bir kurtulma arzusuyla, toprağın altına girer gibi, karanlıkta bir okyanusun sularına dalar gibi gözlerini kapatırlar. Gözlerini kapamak çocukluktan kalma ilkel bir savunma silahıdır; hiçbir sorunu çözmez, sadece sen görmeden olup biter her şey. Bu da iyi bir şeydir.



... Giden bir kadının, bir adamın kalbinden götürdüğünü, bütün dünya bir araya gelse yerine koyamaz.




...''İnsan kendi yerine yaşar, kendi yerine ölür oğlum. Yüzünü kalbine dön. Yalancı bir peygambere inanmaktan daha kötüsü, bir peygambere yalandan inanmaktır...'' 



... Gece her şeyin üzerini örter, diye düşünür insan. Oysa gecenin örttüğünden çok hatırlattıkları vardır. Hatırlatırken sarstıkları, sarsarken suskunlaştırdıkları, suskunlaştırırken acıttıkları.



... İnsanın annesi ölünce , o güne kadar kapandığını sandığı bütün yaraları yeniden açılıyor, kanamaya başlıyor. Bağışıklık sisteminin çökmesi gibi bir şey; artık bütün hastalıklara açık hale geliyorsun. Her şey öldürücü olabiliyor kalbin için. Seni hayatın zehirli yüzlerine karşı korunaklı kılan bütün dirençlerini yitiriveriyorsun. Öyle bir şey.




... ''Yazıda gramer, dilbilgisi filan nerdeyse yok. Biraz zor oluyor okuması.''

''Annenin ölümünün dilbilgisi, grameri olmuyor ki Eda. İnsanın annesinin ölümü zaten hayatın anlatım bozukluğu.''



... Eda'yla tanıştığım güne kadar gerçekten hiç kimseyi öldürmemiştim. Onunla tanıştıktan bir süre sonra, çok kısa bir süre sonra birini öldürdüm.

Kendimi.




...Kâinatta her mesafe ölçülebiliyor ama birbirine uzak iki hayatın arasındaki mesafeyi ölçmenin imkânı yok.




... ''Bir şey unutmuşum gibi geliyor.''

   Gidenlere hep öyle gelir; bir şey unutmuşlar gibi. Oysa zaten bir şey unutmak için gider insan Giderken bir şey unutmak sorun değil; insan çok daha büyük bir şeyi unutmak için gider. Geride kalanların ne anlamı olabilir ki?




...Arkalarında göstermelik bir gülümsemeyle İstanbul duruyordu. İstanbul sadece fotoğraflarda yoksulların arkasında durur.



... Yaşamak, insanın ömrü boyunca kaçmaya çalıştıklarına tek tek yakalanma tecrübesidir.






PROFİL YAYINCILIK

1. Baskı Ekim 2015
291 Sayfa