5 Nisan 2017 Çarşamba
Okudum Bitti-43: Gölgesizler || Hasan Ali Toptaş
Kitap seven herkese merhaba. Günün kitabı, yine geç bulup çok sevdiğim yazarlardan Hasan Ali Toptaş 'ın 1994 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü 'nü almış kitabı Gölgesizler.
Yazarın daha önce üç kitabını daha okudum ve ne yazık ki elimde başka kitabı yok şu anda. :( Bundan sonraki kitap alışverişlerimde mutlaka birer tane Hasan Ali Toptaş kitabı olacak.
Yazarın okuduğum diğer kitapları:
Ben Bir Gürgen Dalıyım yazısı burada,
Heba yazısı burada,
Kuşlar Yasına Gider yazısı burada.
Çok farklı bir kitaptı, elbette sevdim. Varlıkla yokluk arasında, düşle gerçek arasında kaybolarak okudum. Zaman değişken, mekan köyle kent arasında paralel. Bir anda köyde geçmişteyken, kentte şimdiye geliyorsunuz. Aslında baş rolde zaman mı var acaba? :)
Köyde Cıngıl Nuri birden bire kaybolur. Herkes onu bulabilmek için uğraşır ama nafile. Tek kaybolan o değildir, köyün güzel kızı Güvercin de yok olur. Birden bire bir berber ortaya çıkar , köyde yaşamaya karar verir. Bu arada Güvercin 'in kaybolmasından Cennet 'in oğlu suçlanır. Kentte berber dükkanında anlatıcı ile berber arasında geçen kara kalem güvercin resmi hakkındaki konuşma gizemli bir göz kırpış olmuş. Zaten o berber bu berber mi diye beynim yandı. :)
Bir yandan da otoriter güç Muhtar var. Medet umulan, devletin eli ayağı gibi. Bu kadarcık anlatımdan bile ne denli ilginç bir kitap olduğunu anlamışsınızdır. Aralarda da ülke gerçeklerimiz serpiştirilmiş ki baklavanın üzerindeki fazladan fıstık gibi. Mis. :)
Ve yazarın (anlatıcı) aslında ne yaptığını okuyunca hangisi gerçekti, gerçek var mıydı diye tatlı bir karışıklık yaşadım. Anlatım o kadar güzeldi ki bir kere daha bu tatlı karışıklığı yaşamak için ilerde tekrar okuyacağım. İmzalı tek Hasan Ali Toptaş kitabım için kitap dostum, arkadaşım Mehmet'e teşekkür borçluyum. ♥
... Kadın iki gözü iki çeşme, saçları dağınık, dizleri âh çekilip dövülmekten yamyassı; kocasının dün akşam ruhum daralıyor diyerek evden çıktığını, bir daha da geri dönmediğini söylemişti. Çocuklar analarının iki yanına geçip yan yana sıralanmıştı o sırada ve muhtar, dört boncuklu bir tespihe benzetmişti onları; imamelerini arıyorlar, demişti.
... Korkuyor muydu, seviniyor muydu belli değildi; seviniyorsa korkulu bir sevinçti bu, korkuyorsa sevinçli bir korku.
... Belki de iki yüzlü bir pencereydi benim gördüğüm; ondan geçen bakışın hangi taraftan geldiği hem görenin hem de görülenin yaşadığı duygulara bağlıydı. Üstelik ona ille içeriden ya da dışarıdan bakılacak diye kesin bir kural yoktu, göz yetiyorsa aynı anda iki taraftan da bakılabilirdi. Hiç kuşkusuz bu durumda kendisiyle karşılaşırdı insan; görse görse, bir pencereden eğilip bakan kendisini görürdü düş kadar yakın bir uzaklıktan...
Ola ki şaşırırdı önce; bir yanıyla, yüz yüze geldiği insanın kendisi olduğuna inanmak istemezdi.
Peki, ya pencerenin karşı tarafındaki; o inanır mıydı aslında kendisinin öteki olduğuna!
... Aynı yolda yürümekten başka çaresi olmayan tuhaf birer yaratıktı insanlar; tekrarın tekrarlananın örtüsü olduğunu anlayamadan, aynı el sallayışların, aynı gülüşlerin, aynı yürüyüşlerin ya da aynı oturuşların içinden geçe geçe damaklarına bulaşan uzak bir serüven tadıyla dönüp dolaşıp aynı noktada yaşıyorlardı.
Kitabı okuduktan sonra cila için harika filmi de izleyin. Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını Ümit Ünal 'ın yaptığı filmin kadrosu şahane. Taner Birsel, Ertan Saban (ki ikisine de neredeyse aşığım), Selçuk Yöntem, Altan Erkekli gibi muhteşem isimler var.
Gerçekten , 'Kar neden yağar, kaaar?'
EVEREST YAYINLARI
1. Basım Ekim 2016
236 Sayfa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder