27 Mart 2017 Pazartesi
Okudum Bitti- 39: Dokunmadan || Nermin Yıldırım
Kitap seven herkese merhaba. Hep Kitap 'tan okuduğum ilk kitap. Nermin Yıldırım 'ın da okuduğum ilk kitabı. Daha önce sanırım Unutma Dersleri kitabını almayı düşünüp ertelemiştim. Alınacaklar listesi Çin Seddi uzunluğuna yaklaşınca da unuttum.
Son kitabı Dokunmadan elime geçer geçmez başladım ve hemencecik bitti. Niye kendimi yazarın kaleminden mahrum etmişim diye üzüldüm. Çok güzeldi. Hem eğlenceli hem zarif bir anlatımı var yazarın.
Dokunmadan, yirmi dokuz yaşındaki Adalet 'in geçmişiyle yüzleşmek için yaptığı bir yolculuğun hikayesi. Ölümcül bir hastalıkla mücadele ederken, yaptıklarından belki biraz da yapamadıklarından kendini suçlar. İlk günahını bulmak için düşünür düşünür ve çocukluğunda yaptığı bir hata yüzünden kötü şeylerin başladığına karar verir. Çocukken komşu apartmanın kapıcısının gariban oğlu Mahsun'un sahip olduğu tek oyuncağı , tek gözlü ayısı Muhlise 'yi elinden alır. Yıllar sonra bunun vicdan azabıyla Mahsun'u bulmak için yollara düşer. Yanında da biricik arkadaşı Hülya ile. Bu yolculuk da Hızır gibi imdadına yetişen Sadi Seber de onlara eşlik eder.
Ben de onlarla beraber heyecanlanıp, üzülüp, hayal kırıklığına uğradım, tebessüm ettim. Acaba ne olacak, ya ben bir şeyler tahmin etmiştim de tam olarak böyle değildi diye bitiriverdim. Benden sonra annem de okuyup bitirdi, o da çok sevdi. Nermin Yıldırım okumaya devam edeceğiz. Bu arada bölüm başlarında da çok hoş alıntılar var.
... Yaşamaya çalışmak; biz ölümlülerin ekseriyetle yaptığı bu.
... Yaşarken hayatı sevdiğimden haberim yoktu. Bir ayağımın çukurda olduğunu öğrenince anladım, meğer seviyormuşum. Ya da ne bileyim, biraz daha vaktim olsaymış sevecekmişim. Hani sanki tam ben sevecek gibi olmuşum da öleceğim tutmuş.
...Kaçamayacağınızı anladığınız gerçekler karşısında sarıldığınız bayrak bu, teslimiyet bayrağı. Damarlarınızı umut zehrinden arındırmışsanız, o bayrağın altında az da olsa teselli bulabiliyorsunuz.
... Günahkâr Adem'in hayırsız evlatları böyledir. Nankör ve vefasız. Gidemedikleri şehirlerin isimlerini gittiklerinden, kendilerini sevmeyen insanların cismini sevenlerinden, gerçekleşmemiş hayallerin hevesini gerçekleşmişlerden berrak hatırlarlar. Kavuşamamak nasıl aşka teşvik ederse, vuslat da günü geldiğinde unutmaya azmettirir.
... O zamanlar kendimi sevilmeyen, istenmeyen biri gibi hissediyordum. Sanırım hâlâ biraz öyle hissediyorum.
Çünkü bazı sızılar bir defa başladı mı artık geçmiyor. Bazı yaralar hiç kapanmıyor. Bazı eller bazı saçları okşamayınca, bu minicik aptal, önemsiz şey yaşanmayınca, bazı hayatlar geri dönüşsüz biçimde tarumar oluyor. Belki siz bunu bilmiyorsunuz. Umarım hiç öğrenmezsiniz. Bazı durumlarda sadece bilmeyenler yaşamayı beceriyor. Hayatta kalmak yaşamayı becermekle aynı şey değil.
... Geçmişe özlem duymak, asla dolmayacak boşlukların, kovuklarını belli etmek ister gibi zonklamasına neden olsa da, bir yanıyla bana hep iyi gelirdi. Vaktiyle var olmuş bir yokun nazikçe kendini anımsatmasıydı neticede bu sızı. Özlenmeye hak kazanacak denli mutlu etmiş bir lütuftan geriye kalana, sızı bile olsa, teselli diye bakardım.
... Yakınlaşmak için ve uzaklaşmak pahasına tanışıyorduk işte. Sonunda ölmek için yaşayan herkes gibi.
... ''Herkes kendininkini tekmiş gibi yaşasa da aslında bütün aşklar, hatta bütün âşıklar birbirine benziyor, biliyor musun?'' diye umursamadan devam etti Sadi Seber. ''Gelecek mi, arayacak mı hezeyanları, her kapı sesinde, telefon zilinde kalbinin yerinden fırlaması, bütün şarkıların sana onu hatırlatması, uykusuz geceler... Sadece aşıkların bildiği şeyler var hayatta. Mesela adının harflerinden hangi kelimelerin yazılabileceğini insan kendi bile bilmez, ona âşık olan bilir. Ne zaman nerede ne giymişti, boynunu hangi açıyla nereye çevirmişti, ayaklarını yere nasıl basmıştı... Onun bulunduğu şehirde şimdi hava kaç derece, meteoroloji haftalık tahmini nasıl veriyor, arkadaşları efendi tipler mi, içlerinden bazıları ona baygın mı bakıyor... Yıldızlar ne zaman yanar, şafak ne vakit söner, sokak lambaları saat kaçta söner...''
... Dışarısı çirkinleştikçe, bir kaplumbağa gibi kapanmıştım sert kabuklu kendime. Ağırdı kendim, ezilmiştim. Ne kimseyi içeri almış, ne de dışarı çıkabilmiştim. Mahpus kalmıştım adına emniyet dediğim o müemmen sürgüne. Kendi kendime. Dünyaya karşı uyuşmuştum böyle böyle.
... Zamana ve sancıya dayanmanın en basit yolu, sonunda muhakkak geçeceğini unutmamak. Evet, her şey geçiyor. Sevmek bile, acı çekmek bile, kanamak bile, yaşamak bile, dünya bile, azalmayı dahi beklemeden bitiveriyor. Ağrı diniyor.
HEP KİTAP
1. Baskı Mart 2017
316 Sayfa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder