Herkese merhaba. Daha önce Ardımda Kalanlar kitabını okuduğum (yazısı burada ) Ellen Marie Wiseman 'in yeni kitabı Erik Ağacı ile buradayım. Ardımda Kalanlar 'ı da sevmiştim, onu da yer yer gözlerim dolarak okumuştum. Erik Ağacı ise konusu yüzünden çok daha sarsıcı, üzücüydü. Çünkü karakterler, olaylar kurgu da olsa gerçekten yaşanılmış olaylar olduğu için dehşete kapılmamak mümkün olmuyor. Zaten hikaye yazarın annesinin hayatına dayanıyormuş. Kitabın sonunda yazarla yapılmış bir röportaj da var.
1938 yılının sonbaharı birçok insana olduğu gibi Christine ve ailesine de birçok felaketi beraberinde getirir. Umutları, hayalleri olan gencecik bir kızdır Christine. Annesi ile birlikte evlerinde çalıştıkları Yahudi asıllı ailenin oğlu Isaac 'e de aşıktır. Onların aşklarının imkansıza yakın zor olmasının sebebi maddi farklar değil sadece. Bir gecede hayatlarını karartacak Hitler gerçeği. Savaş başladıktan sonra , Yahudilere uygulanan yaptırımlar hızla artar. Hepimizin az buçuk bildiği korkunç şeyler yaşanmaya başlar. Köyde eli silah tutan tüm Alman erkekleri de cepheye alındığı için, geriye kalan yaşlılar, hastalar ve çocuklar için de işler zorlaşır.
Belgesel tadında ama aynı zamanda akıcı bir film izler gibi bir okuma oldu benim için. Anlatımı çok etkileyiciydi, mesela Hitler konuşma yapmak için köye gelir ve saf Alman ırkı temsil eden sarışın kızlar özellikle seçilir. Hitler hepsinin tek tek yanaklarını okşar, tokalaşır. Ülkeleri için hizmet etmeleri , üstün Alman ırkının saflığını korumak için çoğalmalarını ister. İşte burada sanki yanındaymışım gibi iğrendim, ürperdim. Lebensborn projesi Nazi iğrençliklerinin sadece küçük bir bölümü.
Christine , savaşın ortasında yaşam mücadelesi veren ailesiyle zorluklarla boğuşurken , bir yandan da ortadan kaybolan Isaac 'in acısını yaşar. Toplama kamplarında yaşanan vahşet, sivil halkın hem yoklukla hem de Hitler korkusuyla boğuşması çok çok sarsıcıydı. Bildiğimiz, okuduğumuz detaylar olsa da ben okurken zorlanıyorum bu iğrençlikler yaşandı zaten diye her defasında kalbim sızlıyor. Dünyadan, insanlardan nefret etmek için sebep aramaya gerek yok. Savaşlar da zulümler de ne yazık ki bitmiyor.
Bu hayatta kalma mücadelesinde , Christine ile birlikte ailesine, geleceğine ve aşkına dair umutlarını bir erik çekirdeğine yükleyip yeşermesini beklerken yaşananların ağırlığını, savaşın iğrençliğini sonuna kadar hissedecek ; sıcak bir içeceğin, bir lokma ekmeğin, banyo yapabilmenin, temiz bir tuvalet bulabilmenin aslında ne büyük nimet olduğunu bir an durup düşüneceksiniz.
Daha fazla detay vermeyeceğim ama dönemle ilgiliyseniz okumanızı öneririm. Anlatım yalın, akıcı. Her zamanki Arkadya özeni ile, iyi bir okuma olacaktır.
... ''Diğer partiler savaşla bu kadar ilgilenmeseydi, ülke böylesine ekonomik bir buhranın içinde olmasaydı, bu pisliğe bulanmayacaktık! Hindenburg mücadele edemeyecek kadar yaşlı ve yorgun. Yoksa Hitler'i asla başbakan yapmazdı. Bu deli herif seçimle bile gelmiş sayılmaz ki! Şimdi ona karşı gelenleri ya tutukluyorlar ya da öldürüyorlar. Ulusal Sosyalizm'i vaizin dini sattığı gibi satıyor. Sorgulamak mümkün değil. Sadece itaat edebiliyorsun. Boyun eğmeyenlerdense direkt kurtuluyorlar.''
*Dietrich
... '' Sadece en iyisini umarak, hayatımıza devam etmek zorundayız.''
*Rose
... ''Korkma,'' dedi Maria. '' Bu sonsuza kadar sürecek değil ya. Süremez işte. Ayrıca aşk her şeyden güçlü değil midir? ''
... '' Bu deli herif tüm dünyayı yönetmek istiyor,'' dedi büyükbaba.
... Christine, annesinin onları büyütürken gösterdiği ilgiyi ve sevgiyi düşündü. Onları güneşten korumak için bebek şapkaları takar, arı soktuğunda ya da dizlerini çizdiklerinde sabun ve öpücüklerle tedavi uygular, karşıdan karşıya geçerken ellerini sımsıkı tutardı. Hitler'in savaşının, çocuklarını öldürüp öldürmeyeceğini görmeyi beklerken kim bilir ne kadar çaresiz hissediyor olmalıydı.
... Ailesi ve Isaac için ağlıyor, savaş yüzünden ölen insanları düşünürken burnunun akmasına engel olamıyordu. Çaresiz hissetmekten, korkmaktan yorulmuştu. Sirenlerden, pencerelerin üzerindeki siyah örtülerden, kardeşlerinin gözlerinde gördüğü korku ve soru işaretlerinden, annesinin onları hayatta tutmak için dişini tırnağına takıp çalışmasından... Her şeyden bıkmıştı. Ama en bıktığı, en yorulduğu şey ise ailesinden birinin ölüp ölmeyeceğini düşünmekti.
... '' Unutmamanı istediğim bir şey var, Christine. Savaş bazılarını fail, bazılarını suçlu kılar ama sonuç olarak herkesi mağdur eder. Cephedeki tüm askerler, Hitler ve fikirleri için savaşmıyordu. Bir asker savaştaysa, bu savaşa inandığı anlamına gelmez. ''
*Dietrich
... Dünya hâlâ nasıl bu kadar güzel olabiliyor? diye düşündü Christine. Bulutlar böylesine korkunç bir manzaraya şahit olurken nasıl hâlâ pembe ve mavi?
ARKADYA YAYINLARI
Çeviren: Dilek Parsadan
Eylül 2016
512 Sayfa
elinize sağlık çok güzel bir yazı olmuş,yaşanmış bazı dönemler yada şu anda yaşanmakta olan insanlık suçları çok acımasızca geliyor.Keşke paylaşılamayan dünyanın da bir sonu olduğunu sona yaklaşmak için elimizden geleni insanlık olarak yaptığımızı bir görebilsek,bol okurlu güzel yazılar diliyorum
YanıtlaSilHerşeye rağmen Dünya hala güzel :) Teşekkürler öneri için :)
YanıtlaSilAhh bu kitabı çok merak ediyorum elimdekiler bitsin bu kitabi da almak çok istiyorum ;) yorumun için teşekkürler :)
YanıtlaSilokuyorum .. tabi ki üzülerek, ürkerek, sarsılarak.. döneme ait filmler izledim de okurken bu kadar etkilenmem diyordum ama olmuyor ayakkabısının içine sakladığı kuru bir parça ekmeği gözümde canlandırdıkça içim eriyor.. :(
YanıtlaSil2.dünya savaşıyla ilgili kitaplardan hoşlanıyorsanız Kristin Hannah'ın Kış bahçesinide tavsiye ederim
YanıtlaSil