28 Kasım 2016 Pazartesi

Arçelik Geri Dönüşümü Sanat ile Buluşturuyor!

“Dünyaya Saygılı, Dünyada Saygın” vizyonuna sahip Arçelik geri dönüşüm  konusunda farkındalık sağlamak amacıyla geçtiğimiz günlerde çok özel bir sergiyi hayata geçirdi ve geri dönüşümü sanat ile buluşturdu. Bu sergi ile Arçelik’in geri dönüşüm tesislerinden elde edilen malzemeler Türkiye’nin önde gelen sanatçıları ve tasarımcıları tarafından fonksiyonel sanat eserlerine dönüştürüldü.  Arçelik, bu proje ile geri dönüşüm konusunda farkındalık sağlarken, aynı zamanda tasarım konusundaki uzmanlığına da dikkat çekmiş oldu.

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Kitap Tanıtımı: 8 Yaşındaki Adam || Onur Alan







8 Yaşında ne kadar adaletsiz olduğunu öğrendiği hayatın bir parçası daha olmaya hak kazanmıştı Onur. Bedeninin ağrılarıyla yatağına uzanmış, ruhunun derinlerinden gelen acıyla da gözleri dolmuştu. Göğüs kafesinin ağrıları şimdi kalp ağrılarına dönüşmüştü. Yalnız ve çaresiz hissediyordu kendini. Buraya ait değildi ve olmamalıydı. Kafasına kadar çektiği yorganın altına girip içinde ne varsa dökercesine ağlıyordu sessizce. Her gözyaşı hayata ve ailesine olan bağından bir parça koparıyordu.

Her çocuğun vardır bahçesinde çiçekleri olan masum hayalleri.

Annesinin koynunda büyüyenlerin bin bir renkli çiçek bahçeleri, annesizlerin bahçesinde ise şefkat çiçekleri.

Adil olan bir şey vardı elbet; her çocuk canı acıdığında 'Anne' derdi...







           İkinci baskıya giden kitabın , yeni kapağı benim çok daha hoşuma gitti. 

26 Kasım 2016 Cumartesi

Okudum Bitti-132 : Aşkın Yüzölçümü || Serdar Çatak






 Herkese merhaba. Günün kitabı Serdar Çatak'ın ilk ve şimdilik tek kitabı Aşkın Yüz Ölçümü.


                   Bazen bazı şeylere önyargıyla yaklaşırız ya hepimiz,  işte son günlerde önyargım sayesinde birkaç defa şaşırdım. Öncelikle bu kitabı ilk gördüğümde adı aşklı meşkli benlik değildir çok dedim. Hem kapakta özensiz niye papatya? Neyse zaten ince bir kitap, mutsuzum da, kafam da karışık okuyamıyorum kaç gündür, başlayayım dedim.



               Abarttığımı düşünenler olabilir ama kitap bitince ( hemen bitmesin diye de yavaş yavaş okudum) çok şaşırdım. Okurken de şaşırdım ama bitirip kitabı göğsüme bastırınca (kitaplara da sevgi göstermek lazım) bu kitabı ben mi yazdım, dedim. O kadar 'BEN' olan cümleler var ki... Birileri okuruna göre şekillenen sihirli kitap yapmış da beni mi işletiyor dedim. 'Bence Aşk' başlıklı yazılar yazmaya kalksam, yazabilsem bu kitaptaki birçok cümle bana ait olurdu. Öyle büyük büyük laflar değil, mutlu bir aşk da değil tanımlanan. Hoş mutlu aşk diye bir şey var mı ? 




''Olmayan bir şeyi varmış gibi yaşamak duygusunun en belirgin hâli aşktır belki de.  Çünkü ancak aşk kadar kuvvetli bir duygu, görülemeyen ve elle tutulamayan bir şeyi yaşamaya olanak tanır bu hayatta.'' diye başlıyor kitap. 


Bazen biten aşkın ardından bakıp düşününce ben aslında onu değil aşkın kendisini sevmişim dediğim oluyor. Sevgili yazarımız kalbime dokundu bu kitapta. Kalbim mi acımaya uygun, keramet yazanda mı bilemiyorum. 



... Karşılıksız aşkın kudreti hiçbir şeyde yok. Düşünsene, olmayışına âşık, ama varmışçasına yaşayan... Ne kadar kutsal! Tıpkı göremediğin Tanrı'ya tutunmak gibi, hiçbir karşılık beklemeksizin mış gibi yapmak ve mış gibileri de ufak mucizelere bağlamak, asansörlerden sağdaki gelirse sen de beni seviyorsun diyebilmek. Soldaki gelirse de sorun değil, içindeyken ben yine seni düşüneceğim çünkü. Çok mucizevi ve çok kutsaldı bu yüzden, seni sensiz de sevebilmek. İşte hep ödüm kopuyor. Ya hiç gerçekleşmeyecek hayallerse bunlar, diye. Bu yüzden tek başıma seviyorum seni, belki söylerim bir gün.



      Kitabı okumaya devam ederken ''Sonsuzluk ve Bir Gün'' filmi çıktı sahneye. Kitabı bırakmak istemediğim için not aldım.Bu yazıyı yazmadan biraz önce izledim. Alexander karşı pencerenin gizemini çözmek, onu bulmak için yola çıkar ama sonra, 'Belki de bilmemek ve hayal etmek daha iyidir, ' der. 


Filmin en hoş cümlelerinden biri de :

- Zaman nedir?
- Dedeme göre zaman bir çocukmuş ve sahilde iskambil oynarmış.


Ve işte filmin kalbi: 

- Yarın ne kadar sürecek Anna?
- Sonsuzluk ve bir gün.


        Keşke sevince zamanında kıymet bilsek, pişman olmasak hiç. Çok buruk bir filmdi. Niye ağlatıyorsunuz beni kitaplar ve filmler? Neyse konumuz film değil zaten, Aşkın Yüz Ölçümü. Film bonus oldu. 



               Türk filmi tadında, masalsı bir hikaye de var kitapta. Zeynep ve Çınar 'ın hikayesi. Kadir İnanır ile Fatma Girik 'in Kambur filmi tadında. Böyle aşklara inancım kalmadı gerçi. Masal diye okudum bu kısmı. Aşk da bir masal zaten. Bir varmış bir yokmuş gibi... 



... Bu kadar mı geniş enler? Oysa biz enleri iyi bilirdik de, nereden bilirdik kötünün başına da en koyulunca genişleyeceğini, bu yayılmanın hayatımızı imkânsızlaştırıp bizim de bu imkânsızdan besleneceğimizi? 



...Pas tutmuş özlemler yeniden parlatılmayı beklerken, hepsi ne kadar çıplak. Unutmak... Zamanla, zamana yayarak unutmak. Sürgün etmek tüm kuşları en soğuğa, acımasızca parçalamak düşleri ve en acımasız şekilde bitirmek umutları. Sahi ya, umut kadar karaktersiz bir yanılma biçimi var mı bu hayatta? ''Ya öyleyse'' diyerek, ''belki'' diyerek ya da ''çünkü'' diyerek unutmayı pas geçmek... Hangisi benimdi, hangisi senindi? Umut benimse umudum neden sendi? Sende olanın bana oluru ne idi? Oradan bakınca 6, buradan bakınca 9 görüneni beraber bakarak nasıl 1 yapabilirdik? Dedik ya, umut işte... 



... Şiirin sıvı haliydi gözyaşları; doluya koysan almayan, boşa koysan doldurmayan... Hep mi hüzündü mayası? Cehennemde bile yoktu böyle bir zulüm, sol yanım yanarken sağ yanım buz kesiyordu. 



...Koşarken ayağına batanları, kolunu çizenleri, burnunu kanatanları, hatta gözlerini kör edenleri umursamazsın âşıkken. Saldıladığın adrenalin, acıyı hissetmene engel olur çünkü. Ama ne zaman ki aşkı öldürüp gömersin; işte o zaman o adrenalin de ölür, daha önce yaralanan yerler kanamaya, acımaya başlar. Görmezden gelmeye çalışırsın, yaran kanadıkça biraz daha toprak atarsın aşkın üzerine, daha da derinlere gömülsün diye. Tutunacak bir şeyler ararsın, küçük mutluluklara sığınırsın. Arkadaşlarla zaman geçirmek, kitap okumak, yeni insanlarla tanışmak, bir kahve içmek iyi hissettirir kendini. Kafa dağıtmak değildir bununadı; bu, dağılan hatıraları toparlayıp yoktan var etme çabasıdır. Çünkü aşkın tasviri onun kendisidir sadece. Anılar da tıpkı aşk gibi görünmezdir, ama yaşanmışlıklardan beslenir.



... Gitmesini göze alabildin, tamam. Peki, ya dönerse? Bunu hiç düşündün mü?



... Nokta sonu belirtse de, yeni bir cümleye de ancak bu noktayı koyduktan sonra başlanabilecektir. İnsanın içindeki derin sızı, ruhu yeni bir aydınlanma içine sokarken, sürrealist bir yaşamın da kapılarını aralamaya başlar.Bundan sonra olacaklar bir savruluş gibi görünse de, aslında insanın kendini fark ediş virgülündeki en güzel şeydir pişmanlık.



... İnsan, her zaman bir kafesin ardında yaşar, bu kafesi kırıp dışarı çıkmanın bedeli ölümdür. Çünkü kimse kendi göğüs kafesini kırıp dışarı çıkmayı başaramaz. Aşk da tam olarak oradadır işte ve bir tek o kafesi kırmadan göç edebilir başka yüreklere.


... Kaybettiklerinin sana kazandırabileceği bir gerçek varsa, o hiç olmayana olan ihtiyaç. İnsan bazen hiç tanımadığı birine ihtiyaç duyar, boşlukta bıraktığı sorularının cevabını alabilmek için.


... Sonsuzluğuna yuvarlıyorum içkimi yorgunca. ''Sana'' derken dolu, ''bana'' derken boş bardağın dibine bakıyorum.





        
               İşte böyle. Neler neler var daha. Kısacık ama benim için çok dolu bir kitap. Kendim yazmışım gibi kendimi bulduğum, şaşırtıcı bir okuma oldu benim için. Şimdi ben bu kitabı ara ara özlerim. :) 




  Bu şarkıyı çok severim. Dursun burada.
              





 Bu da dursun. Bazen en güzeli uzaktan sevebilmek olmuyor mu zaten? Ragıp Savaş'ı da çok severim zaten. 




Aşk güzel bir duygu sanırım, mutlu oluyorsun aşkıyaşarsan hakkıyla... Yaşayamazsan da adamı bazen yazar bazen şair ama genelde bilge yapıyor. Aşkzedelere sevgilerle. 




BÜYÜKADA YAYINCILIK
1. Basım Haziran 2016
88 Sayfa


                         



25 Kasım 2016 Cuma

Okudum Bitti- 131: Jane Austen'la Çay Saati || Kim Wilson




             Herkese merhaba. Gecenin kitabı tanıtımını gördüğümden beri fotoğraflarını çekmeyi heyecanla beklediğim Jane Austen'la Çay Saati. Danteller, örtüler biraz işe yarasın , değil mi? :) 


                    Jane Austen ile çay içmek ister miydiniz? Ya da hangi yazarlarla ne içmek isterdiniz? Saymakla bitmez benim için. 


              Bu senenin en zarif kitabı benim için açık ara farkla bu kitap oldu. Kapağı, sunumu, içindeki detaylar, çizimler, görseller... Hepsi çok tatlı. 





             Çay hakkında yazılabilecek en tatlı kitabı yazmış Kim Wilson. Çaya dair birçok ilginç bilgi, her bölümde güzel tarifler... Yok yok kitapta. Jane Austen ve ailesinin çay kültürü, Austen kitaplarından da başka kitaplardan da çaya dair alıntılar. Severek okudum, son çayımı daha bir saygı duyarak içtim. :) 







... Jane Austen'ın en sevdiği şairlerden biri olan William Cowper'ın ''The Task'' adlı şiirinde, akşam çayı içmenin insanda yarattığı hoş duygu şu sözlerle anlatılır:


Şimdi ateşi harla ve kapak kepenkleri, 
Perdeler yere değsin, döndür sediri,
Semaverden çıkar ıslık sesi ve su kabarcıkları,
Buhardan bir yol oluştururken, çay fincanları
Pek mutludur halinden; ama etmez sarhoş
Bekleyelim ve tadını çıkaralım akşamın pek hoş.



... ''Çay! Çay! Her derde deva çay!''
     ÇAY ve SAĞLIK

Çay! Çay! Her derde deva çay!
Siyahı, yeşili, karışığı, sertiyle güzel çay!...
Sinirleri gevşetip kalbimi yumuşattığından,
Düşünemem bir an olsun ayrı kalmayı ben ondan...
Ve ölüm bir gün gelip kapıma dayandığında,
Karşılayacağım onu bir fincan sert, leziz çayımla.

(On dokuzuncu yüzyılın başlarında söylenen 'The Tea' adlı şarkıdan)



... Jane Austen 'ın zamanında çay insanların hayatının o kadar önemli bir parçası haline gelmişti ki insanlar içinde gerçek çay yaprağı olsa da olmasa da demleyebildikleri her tür yaprağa ''çay'' demeye başlamışlardı. Yüzyıllar boyunca Britanyalılar bitki yapraklarını kaynatmışlardı (ve bu içeceklere çay manasına gelen ''tisane'' ismini vermişlerdi), ancak Çin çayının ülkelerine gelmesiyle birlikte bu eski adı kullanmayı bırakıp her şeye ''çay'' demeye başladılar.



... Öğleden sonra ''beş çayı'' modası, Victoria döneminde akşam yemeklerinin giderek daha geç saatlerde yenilmesiyle başladı. Tarih kitaplarında beş çayı alışkanlığının 1840'lı yıllarda 7. Bedford Düşesi Anna'yla başladığı yazar. ''Bayılacak gibi hissetmekten'' şikayetçi olan Anna, saat beşte çay içip atıştırmalıklar yemeye başladı. Anna genelde kendi seçtiği arkadaşlarını da çaya davet ederdi ve böylece bu gelenek sosyetik kadınlar arasında yaygınlaştı.



... Hizmetçilerin arka kapıdan kullanılmış çay yapraklarını sattıkları bir dönemde, ev sahiplerinin hizmetçilere taze çayı emanet etmeleri elbette olanaksızdı. Çayı genellikle evin hanımı yapardı; ancak bazen de bu görevi kızına ya da evin başka bir kadın bireyine teslim edebilirdi.






MARTI YAYINLARI

Çeviren: Nihan Çevirgen
1. Baskı Ekim 2016
176 Sayfa





22 Kasım 2016 Salı

Okudum Bitti- 130: Sosyopat || Anna Snoekstra





                        Herkese merhaba. Gecenin kitabı genelde pembe kitaplarıyla kalbimi çalan Arkadya Yayınları 'nın gerilim/polisiye türünde kitaplarından: Sosyopat. Arkadya ilk görüşte kalp çalan kitaplar konusunda uzman ama bence bu kapak şimdiye kadarkilerin en, en güzeli. Kırmızı aşkımın da bunda payı olabilir. Ama kapak ısrarla al beni, diyor.

                       Rebecca Winter , 11 yıl önce ortadan kaybolur. Bulgular kaçırıldığını gösterir ama net bir sonuca ulaşılamaz. Kayboluşundan onca zaman sonra Rebecca olduğunu iddia eden genç bir kadın ortaya çıkar. Üstelik ona çok benzemektedir. Sahte Rebecca, onun yerine geçerek geçici bir kurtuluş yaşadığını düşünse de onu oldukça kötü günler bekliyor olabilir. Sonuçta aydınlanmamış bir kaçırılma belki de cinayet söz konusudur. 

                       İyi bir gerilim filmi izlemiş gibi okudum. Üstelik şaşırtıcı bir final de yaptı. Gerilimi, temposu, merak unsuru hepsi yerli yerindeydi. Bir oturuşta, soluksuz okunacak kitaplardan. Gereksiz detaya boğulmadan, yer yer ürpererek okudum, bitirdim.  Arkadya Yayınları kitabın beyaz perdeye aktarılacağını da duyurdu. Merakla bekliyorum. :) 







... Anne dönüp kapıyı açtı. Galiba yüzünü siliyordu.
''İçeri gel Bec.'' 
Sesinin titremesinden sınavı geçtiğimi anladım. İçerideydim. Burası benim evim, bu benim hayatımdı.



... Artık Bec'i düşünmek istemiyordum. Birden beni ele geçirdiğini hissetmeye başlamıştım. Sanki aramızdaki çizgi gittikçe belirsizleşiyordu. Sanki artık gerçekten Bec Winter'dım ama onun renksiz bir versiyonuydum, orijinali kadar canlı değildim ve o kadar sevilmiyordum.




... Başka birinin hayatında bir turisttim. Bir parazit.






ARKADYA YAYINLARI

Çeviren: Çağla Önsal
1. Baskı Kasım 2016
286 Sayfa




19 Kasım 2016 Cumartesi

Okudum Bitti- 129: Setna Yükseliyor: Lanetli Mezar || Christian Jacq






                    Herkese merhaba. Gecenin kitabı Antik Mısır'dan. Yazarın Ramses serisini duymuştum ama okumadığım için detaylı bir fikrim yok. Bu kitapta Ramses 'in oğulları etrafında dönüyor ve evet serinin ilk kitabı. İkinci kitabı oldukça merak ediyorum çünkü adeta zurnanın zırt dediği yerde bitti. Bakalım neler olacak...


                     Kötü bir büyücü , kara büyüyle bağlanıp saklanan bilgilere ulaşarak antik bir vazoyu ele geçirir. Ramses 'in egemenliğine son vermek, kötülüğü başlatmak için her şeyi yapmaya hazırdır. Kötü büyücü emellerine yavaş yavaş yaklaşırken, biz Ramses 'in oğulları Ramesu ve Setna ile tanışıyoruz. Birbirlerinden son derece farklı olan iki kardeşin aralarında Ramesu kaynaklı ufak pürüzler vardır. Daha doğrusu Ramesu , kardeşi Setna 'yı kendisine rakip görüp kıskanır. Sürekli takip ettirir. Setna 'nın istediklerinin, planlarının  Ramesu 'nunkilerle hiç ilgisi yok.  O okuma sevdalısı bir katip. 

                  Ve bu iki kardeşin arasında kalacak olan güzel Seket. Güçlü, hırslı Ramesu 'nun evlilik teklifini kabul etmek zorunda mı kalacak, yoksa Setna'nın kalbine mi taht kuracak ? Merak ettiniz, değil mi? Antik Mısır 'da gizemlerle dolu karmaşık bir yolculuğa çıkıp, Lanetli Mezar 'ı kimin açtığını merak etmek güzeldi. Hem şaşırttı da beni. Sade, basit bir dille anlatılmış. Kolay okunan bir kitaptı. 
İllüstrasyonlarla da süslenmiş kitap yer yer. 






... Güzel İset'in ikinci oğlu okuyup yazmaktan başka bir şeyle ilgilenmiyordu. Üstün yetenekleri olduğu herkesçe kabul gören bu oğlanın tek hırsı, bilgi birikimini arttırmak ve geleneklerin koruyucusu ve eski imparatorluğun başkanti Memfis'in Tarısı Ptah'ın hizmetinde bir din adamı olmaktı.
    Kendisi de kraliyet kâtibi olan Ramesu kardeşinin bu tutkusunu hiç paylaşmıyordu; dünya hareket halindeydi, Mısır herkes için çok iştah açıcı bir avdı, refahı ve güvenliği korumanın tek yolu, güçlü bir ordudan geçiyordu.




... İlk hanedandan bu yana hayatın sırrını muhafaza etmiş olan bu vazo, bundan böyle, büyücünün müdahalesi sayesinde ölüm saçacaktı.



... Kilitler kırılmış, kapı açılmıştı; mabet boştu.




... ''Bulunduğu büyülü bölgeden dolayı 'lanetli mezar' adıyla bilinen bir mezarın dibine gizlenmiş olan Mühürlü Vazo, insan erişiminden uzaktaydı. Onun tamamen ulaşılmaz olduğunu düşünüyorduk ve bu, ölümcül bir hata oldu. Mezar saldırıya uğradı ve kraliyet âlimlerinin koyduğu çok sayıda engele rağmen hırsız hazineyi almayı başardı. Bir hazine ki, yanlış kişilerin ellerinde en korkutucu silaha dönüşebilir. ''




... ''Hırs daima içinde zalimlik taşır.''






NEMESİS YAYINLARI 

Çeviren: Alkım Uraz
Kasım 2016
286 Sayfa

16 Kasım 2016 Çarşamba

Okudum Bitti- 128: Aşure || Mehtap İlhan





                  Herkese merhaba.  Sevgili Mehtap İlhan 'ı İnstagram üzerinden takip ediyordum. Kitabı olduğunu öğrenince çok sevindim , en kısa zamanda okumaya karar verdim. Sağ olsun bana adıma imzalı olarak, çok güzel bir not eşliğinde  gönderme inceliğini gösterdi çok çok mutlu oldum. 


        Tam aşure zamanında okuduğum için, kitabın adını her gördükçe canım aşure çekmedi. Bu sene ben de birkaç defa aşure yaptım, şaşırtıcı olarak komşularımızdan da yapıp getiren oldu. Fotoğraf o zamandan kalma. Kitaba ya bol elli bir fotoğraf ya aşureli bir fotoğraf lazımdı ama. :) 


           Bu kitap Sevgili Mehtap İlhan'ın ilk kitabı. Çok tatlı anılardan oluşan keyifle okunan bir kitaptı.Duygulandığım yerler de oldu elbette. 

Mehtap Hanım kitabı için: ''Bu kitapta adı geçen herkes 'Aşure' kazanıma bir şeyler eklediler. Onlar benim buğdayım, şekerim, üzümüm, incirim oldular. '' diyor. 

        Sahip oldukları MG Hostel 'in sıcacık ortamına okuyarak da olsa misafir olmak çok güzeldi. Aklım Adile Naşit'in fotoğrafında kaldı. Fotokopisi, kopyası falan elime geçse ona da sevinirdim. :)) 






   ... ''İnsanın üç iyi dostu vardır. Öldüğünde bunlardan biri evde, öbürü yolda kalır. Üçüncüsü ise, kendisiyle birlikte gider. Evde kalan malı, yolda kalan dostlarıdır. Kendisiyle gelen ise iyiliğidir.'' 
                                       * Hacı Bektaş-ı Veli




... Posta kutusuna bakmak, her gelen yeni mektubu heyecanla açmak, bir yenisi gelene kadar aynı mektubu tekrar tekrar okumak, tarifsiz bir mutluluk ve güzel bir aşkı karşılıklı yaşamaktı.



... Tüm dünyadan evimize gelen insanlarla ortak konuştuğumuz dil, sevgi dili...



... Çocukken benim için mutluluk ve zenginlik şunlardı: mahallede komşuluk, esnafın veresiye mal vermesi, sokakta arkadaşlarımla oyunlar oynamak, Hoover marka yarı otomatik çamaşır makinemiz, PTT' den yeni alınan çevirmeli telefon, akşamları soba yanında kurulan soframız, siyah beyaz televizyonumuzu İstiklal Marşı çıkana kadar izlemek ve Murat 124 marka arabamız...



... Neden mutsuz olduğumuzu kalbimize sormamız lazım? Çünkü orada bir boşluk var. Ortak duygular yok oldu. Lüks bir eviniz, arabanız, bankada yüklü miktarda paranız, belki iyi bir mesleğiniz ve pek çok maddi imkânlarınız var.  Ama sahip olduklarınızı paylaşacağınız kaç tane gerçek dostunuz var?






KARİNA YAYINEVİ

1. Basım Temmuz 2016
110 Sayfa