16 Aralık 2016 Cuma

Okudum Bitti- 138 : Beri Zaman Mahallesi || Ahmet Antmen




                   Herkese merhaba. 
                 Gecenin kitabı ilk defa okuduğum bir yazardan. Üstelik yayınevinin de okuduğum ilk kitabı oldu. Ahmet Antmen 'in şiirleri ve çevirileri de varmış. Bu ilk romanı. 

                  Siyasi alt yapılı bir roman. Haliyle epey sert, sarsıcı. Doğal olarak da öznel. Yani belki bakış açınızla, dünya görüşünüzle uymayabilir. Ben bu tarz kitapları çok sık okumayı tercih etmiyorum. Çünkü bazen baskın görüş edebiyatın keyfinin önüne geçebiliyor. 


                   Yaşanılan çok da yabancısı olmadığımız detaylar da mevcut. Bir pavyon bölümüyle başladı kitap. İlk sayfadan gözlerim doldu, tüylerim ürperdi. Sonrası daha da ağır sorguda ölen bir tutuklu. Örtbas etmeye çalışanlar. Toprak sahada top oynayan çocuklar, gardiyanlar, daha önemli üniformalılar, daha da büyükleri... Neler yok ki? Devrimci bir aşk bile var. Velhasılıkelam ağır bir roman olmuş, sert.




... İnsanı insandan ayırt eden özellikleri, acıma duygusunu ve anasını yan yana gömdü.



... Nalan, peşine taktığı bakışlarla:
- Keşke be, dedi, dünya başka bir yer olsaydı.



... Hafif, durağan bir melodi gibiydi hayat, akmıyordu.



... - Kafesteki kuşlar konuşmaz, sadece ağlarlar.




... Makinelerin işi ne kolaydı. Hiç tereddüt etmeden, hiç teklemeden biteviye aynı şeyi yapıyorlardı. Kafalarını kurcalayacak düşüncelerden, hislerden ariydiler, bu tür engellere takılmıyordular. İnsanın işiyse çok zordu. Kafasındaki düşlerle, yüreğindeki birikintilerle, gönlündeki umutlarla birlikte ve çoğunlukla onlara rağmen, üzerine düşeni yapmak durumundaydı.




... Taze acı yarıya bölünmez her iki tarafı da bir vururdu.





YAZILAMA YAYINEVİ

Kasım 2016
188 Sayfa 




15 Aralık 2016 Perşembe

Okudum Bitti- 137: Hücre || Charles den Tex




                 Herkese merhaba. Gecenin kitabı yine geçen ay okuduklarımdan. Nadiren gittiğim bir ev gezmesinde, kütüphane kurcalarken görüp ödünç aldım. Çok fazla bekletmeden okuyayım dedim ama son zamanlarda en zor okuduğum kitaplardan oldu. Charles den Tex Hollanda'nın en başarılı polisiye yazarlarındanmış. Bol da ödüllü kitapları ama konu ilgi çekici olsa da bana fazla detaylı, biraz sıkıcı geldi.


            Michael Bellicher başarılı bir iletişim uzmanıdır. Bir görüşmeye giderken yolda bir kazaya tanık olur. Tanık olarak ifade vermeye götürüldüğünü düşünür ama gözaltına alınır.

          Satın almadığı ama adına görünen bir arabayla birinin ölümüne sebep olan kaza meydana gelmiştir. Adına yüklü miktarda kredi çekilmiştir. Yani kısaca kimlik hırsızlığına maruz kalmıştır. Suçsuzluğunu ispatlamaya çalışır. Kazada ölen adam da meclis göçmen bürosu başkanı olunca başı daha da çok ağrır. Kısaca konu böyle.  Belki çok yönlü, çok dallı budaklı olduğu için sıktı beni. Belki de uygun zaman değildi. Bilemiyorum ama çok zor okudum. :)




... İki adım attım, memur arkamdan kapıyı kapattı. Artık bir hücredeydim. Kilidin sesi memurunkinden daha sert, daha kararlı çıktı. Sanki bütün sistemi o sesin içinde duymuştum. Basit, tek bir hareketle diğer tarafa geçmiştim.



... Öfke ve panik içinde, hiçbir şey anlamamış halde artık ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Avukatım bile bana inanmıyorsa demek ki çaresizdim. Her durum aleyhimeydi.




... Yalnızlıktan ve sorgulamalardan artık kendimden bile şüphe etmeye başlamıştım. Uzun bir süre göt herif olduğun söylendiğinde zamanla buna inanmaya başlarsın.





YAPI KREDİ YAYINLARI

Çeviren: Lale Şimşek
1.Baskı Ekim 2011
375 Sayfa



14 Aralık 2016 Çarşamba

Okudum Bitti- 136: Ceza Sömürgesi || Franz Kafka




                          Herkese merhaba. Dönüşüm ile tanıştığım Kafka 'yı epey ihmal ettiğimi düşününce, geçen ay Ceza Sömürgesi 'ni okumaya karar verdim. Kırmızı Kedi Klasikleri 'ni çok seviyorum. Hem harika kapakları var hem de özenli çevirileri. Genel olarak da sevdiğim yayınevlerinden zaten. Kafka okumaya devam edeyim diye Milena'ya Mektuplar'a da başladım. Çok az okudum ama beklentim büyük olunca biraz şaşırdım. Ara verdim devam edeceğim ona da.


                     Dönüşüm'ü de çok severek okumuştum ve unutulmayacak kitaplar listemde ama Ceza Sömürgesi çok daha etkileyici geldi. Kafka'nın tek kitabını okuma şansım olsaydı ikisinden birini tercih etme şansım olsaydı Ceza Sömürgesi'ni seçerdim.

                   Bu kısa öykünün merkezinde , bir adada doğru dürüst yargılanmadan, suçlu olup olmadığı araştırılmadan cezaya çarptırılan mahkumların korkunç şekilde infaz edilmesi için tasarlanmış bir makine var. Sömürgenin eski komutanı tarafından tasarlanan bu korkunç makineyle suçlunun işlediği varsayılan suç vücuduna kazınarak , on iki saat acı çektirerek öldürülür. 

                  Sömürgeye yeni komutan tarafından davet edilen araştırmacı gezgin, bütün yetkileri tekelinde bulunduran subay ve mahkumun kısa sürede yaşadıklarını okurken çok korkunç bir kabus görür gibi oldum ya da çok kanlı bir film izlemiş gibi. Subay, gezginin sistemi onaylamadığını öğrenince şaşırtıcı bir karar alır.



                                    *Google'dan alıntı.



... ''Meseleyi anlatayım size. Burada, ceza sömürgesinde yargıçlık görevi bendedir. Gençliğime rağmen. Eski komutan zamanında da bütün ceza konularında ona yardımcı olurdum, bu aleti de en iyi ben bilirim. Benim esas aldığım şey şu: Suçtan şüphe edilmez. Başka mahkemeler bu esasa göre hareket edemezler, çünkü tek kişiden oluşmazlar ve onların da üzerinde başka mahkemeler vardır. Buradaysa durum böyle değil...''



... ''Yüzden fazla kişinin ölürken ağzında emdiği ve ısırdığı bu keçeyi insan tiksinmeden nasıl ağzına alabilir?''






Dinlemek isterseniz radyo tiyatrosu da var.




KIRMIZI KEDİ YAYINLARI

Çeviren: İlknur Özdemir
Beşinci Basım Mart 2016
55 Sayfa



13 Aralık 2016 Salı

Okudum Bitti- 135: Sürgün Çocuklar || Margaret Peterson Haddix




                   Herkese merhaba. Sürgün Çocuklar 'ı çıkacağını gördüğümden beri merak ediyordum. Son iki aydır okuma performansım yerlerde süründüğü yetmiyormuş gibi bloga yazma işini de epey aksattım. Hem okunacaklar hem de yazılacaklar birikti de birikti. Haftaya annemin ameliyatı var, onun stresi de uyutmuyor.  Ülke olarak da çok kötü günler geçirdik, geçiriyoruz. Daha doğrusu geçmiyor kötü günler.  Bu yüzden kitaplar iyi ki var. Hayatın zorluklarından kaçabilmek için sığınacak liman şu durumda. Keşke herkesin derdi bu kadarcık limana sığınmayla geçseydi. :( 


               Rosi ve Edwy doğdukları günden beri Fredkent'te yaşayan ilk ve en büyük çocuklardır. 12 senedir Fred anne, Fred baba diye hitap ettikleri ebeveynler tarafından özenle büyütülmüşlerdir. Kendileri gibi bir sürü çocukla beraber son derece iyi şartlarda Fredkent 'ta yaşamaktadırlar. Rosi 'nin erkek kardeşi Bobo da yanındadır. Bir gün bütün çocuklar gerçek ebeveynlerine gönderileceklerini öğrenirler. 

              Gerçek aileler, gerçek evler... Geçen süreçte neden orada olduklarına dair dişe dokunur bir açıklama yapılmadığı gibi neden gönderildiklerine dair de bir açıklama yapılmaz çocuklara. Hepsi Fredkent 'te çok mutlu olduğu için ayrılmak zor gelir. Ama asıl zorluk evlerine ulaştıklarında ortaya çıkar. Açıklamayı çocuklar kadar ben de merak ettim ve oldukça sürprizli bir son oldu benim için. Şaşırtıcı ve keyifliydi.





... ''İnsanlar, mekânlardan ve eşyalardan önemlidir.''



... Neden Fredkent'i ''gerçek evimiz'' bilmemize ve burada kalmamıza izin vermediler ki? diye isyan ettim içimden. Elimin tersiyle gözlerimdeki yaşları sertçe sildim. Tam silinmeseler de gizlendiler. Neden Fred anne babamızın, gerçek anne babamız olduğunu söyleyip konuyu kapatmadılar? Ne diye öteki anne babalarımızdan söz ettiler? Bizimle bir kere bile temas kurmayan o gerçek anne babalarımız, bizi ne kadar umursuyor ki?



... Fredlerin adlarını Norveç'teki ünlü barış ödülü müzesinden dolayı, Norveççe barış sözcüğünden aldıklarını söyleyebilirdim.



... Bizim evin o yıkık dökük haliyle bile aslında mahalledeki evlere kıyasla sevimli sayılabileceğini fark etmiştim.




... ''Artık çok geç,'' dedi. ''Umut yok.''



... Söylenecek bir şey kalmamıştı. Söylenecek çok şey vardı. Dünyadaki tüm zamanları toplasak yetmezdi.





GO! KİTAP

Çeviren: Selen Ak
308 Sayfa
2016

8 Aralık 2016 Perşembe

Okudum Bitti-134 : The Originals | Anlatılmamış Hikaye : Diriliş || Julie Plec





                   Herkese merhaba. Hâlâ diziye başlamamış Mehtap, son kitabı da okuyup bitirmesini kırmızı bir pastayla kutlar. :) Yok yok, gecikmeli doğum günü kutlamaları. 


İlk kitap Yükseliş burada ,

 İkinci kitap Düşüş ise şurada. 





           

            Meşhur vampirlerimizin başı yine derttedir. Birbirlerine verdikleri ne olursa olsun beraber olacakları sözünü tutmak hepsini ayrı ayrı zorlayacaktır. New Orleans 'ın idaresi vampirler ve kurtadamlar arasındadır ama cadıların da bazı büyük istekleri olacak, hem de reddedilmesi zor istekler. 

            Klaus gelecekte olacaklardan habersiz, kurtadamlardan kurtulmak için büyük bir vampir ordusu kurma planları yapmaktadır. Elijah, kalbini gizemli bir kadına kaptırmış, bilinmeze sürüklenmektedir. Rebekah ise Klaus 'u etkisiz hale getirme planlarıyla, çocukluğunun geçtiği evi bulmak için yola çıkmıştır. Hepsi kendi derdindeyken hem onları hem de düşmanları olan kurtadamları ve cadıları tehdit eden ortak bir düşman ortaya çıkacaktır. 


              Bu defa epey zorlu bir mücadele okuyacaksınız. Diziye de başlasam artık. :) 






... ''Vinaya tozu,''dedi Elijah, dudaklarının ve dilinin durumunu tartarak. Tekrar kendisine aitlermiş gibi hissetmeye başlamıştı. ''Silah olarak kullanılmak üzere üretildi. Bize karşı.''



... ''Bu ailenin yazgısı bu. Her zaman ve sonsuza dek.''





GO! KİTAP

Çeviren: Ebru Sürmeli
2016
288 Sayfa





5 Aralık 2016 Pazartesi

Okudum Bitti-133: Hasangiller || Tarık Dursun K.






                             Herkese merhaba. Bu aralar garip bir ruh hali içerisindeyim. Biraz depresif, bolca stres yüklüyüm. Annem  ameliyat olacak o yüzden de gerginim. Aslında ben mutsuzken daha çok kitap okurum. Şu aralar tüm bu verilere rağmen okuyamıyorum. Elime kitap alıp oturuyorum ya da yatıyorum (malum yatar-okurum) ama ya uykum geliyor ya da düşünme isteği. :) 


                      Hasangiller de Kasım ayı kitaplarımdandı. Tarık Dursun K.'yı birkaç sene önce Ona Sevdiğimi Söyle isimli kitabı ile tanımıştım. Başka kitaplarını da aldım bu süreçte ama okuma sırası gelmemişti. 

                       Hasangiller 'e güzel kapağından dolayı torpil yaptım. Öne aldım. Bir oturmada okunacak,  mahalle filmleri tadında güzel bir kitaptı. Hem aile hem mahalle öyküsü. Çok gerçekci karakterler, yaşanılması mümkün olaylar. Bir aile dükkanı -kapağa konu olan kasap dükkanı- etrafında yaşananları çok sade anlatmış Tarık Dursun K. İçe dokunan, buruk dokunuşlarla da süslemiş. Tarık Dursun K. okumalarım gecikmeli de olsa devam edecek.




... Büyükbabam şöyle böyle yetmiş beşindeydi. İstiklal Savaşı'nda falan bulunmuş, Balkan Savaşı 'na, Çanakkale'ye girmiş çıkmış. İzmir'e ilk giren süvariler arasındaymış da... Ama Yunanlılar çekilirken yapmadıklarını da bırakmıyorlarmış. Kısım kısım Türk halkı camilere doldurup, dökmüşler tenekelerle gazyağını, kapıyı üzerlerine kilitleyip çalmışlar kibriti. Büyükbabam böyle bir olaya şahit olmuş; kırmış kapıyı, alevlerin içine girmiş, bir alay canı kurtarmış. Kurtarmış ya ölü gibi olmuş o da. Bina çökmüş, altında kalmış; alevler, yangın! Zor kurtarmışlar. Hastanede yıkıntı altında kalan ezik bacağının diz kapağından aşağısını kesip atmışlar.




... ''Hep senin için kalıyorum burda...'' dedi. ''Yoksa hiç sevmiyorum bu şehri.''








CUMHURİYET KİTAPLARI

4. Baskı Nisan 2009
132 Sayfa



28 Kasım 2016 Pazartesi

Arçelik Geri Dönüşümü Sanat ile Buluşturuyor!

“Dünyaya Saygılı, Dünyada Saygın” vizyonuna sahip Arçelik geri dönüşüm  konusunda farkındalık sağlamak amacıyla geçtiğimiz günlerde çok özel bir sergiyi hayata geçirdi ve geri dönüşümü sanat ile buluşturdu. Bu sergi ile Arçelik’in geri dönüşüm tesislerinden elde edilen malzemeler Türkiye’nin önde gelen sanatçıları ve tasarımcıları tarafından fonksiyonel sanat eserlerine dönüştürüldü.  Arçelik, bu proje ile geri dönüşüm konusunda farkındalık sağlarken, aynı zamanda tasarım konusundaki uzmanlığına da dikkat çekmiş oldu.

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Kitap Tanıtımı: 8 Yaşındaki Adam || Onur Alan







8 Yaşında ne kadar adaletsiz olduğunu öğrendiği hayatın bir parçası daha olmaya hak kazanmıştı Onur. Bedeninin ağrılarıyla yatağına uzanmış, ruhunun derinlerinden gelen acıyla da gözleri dolmuştu. Göğüs kafesinin ağrıları şimdi kalp ağrılarına dönüşmüştü. Yalnız ve çaresiz hissediyordu kendini. Buraya ait değildi ve olmamalıydı. Kafasına kadar çektiği yorganın altına girip içinde ne varsa dökercesine ağlıyordu sessizce. Her gözyaşı hayata ve ailesine olan bağından bir parça koparıyordu.

Her çocuğun vardır bahçesinde çiçekleri olan masum hayalleri.

Annesinin koynunda büyüyenlerin bin bir renkli çiçek bahçeleri, annesizlerin bahçesinde ise şefkat çiçekleri.

Adil olan bir şey vardı elbet; her çocuk canı acıdığında 'Anne' derdi...







           İkinci baskıya giden kitabın , yeni kapağı benim çok daha hoşuma gitti. 

26 Kasım 2016 Cumartesi

Okudum Bitti-132 : Aşkın Yüzölçümü || Serdar Çatak






 Herkese merhaba. Günün kitabı Serdar Çatak'ın ilk ve şimdilik tek kitabı Aşkın Yüz Ölçümü.


                   Bazen bazı şeylere önyargıyla yaklaşırız ya hepimiz,  işte son günlerde önyargım sayesinde birkaç defa şaşırdım. Öncelikle bu kitabı ilk gördüğümde adı aşklı meşkli benlik değildir çok dedim. Hem kapakta özensiz niye papatya? Neyse zaten ince bir kitap, mutsuzum da, kafam da karışık okuyamıyorum kaç gündür, başlayayım dedim.



               Abarttığımı düşünenler olabilir ama kitap bitince ( hemen bitmesin diye de yavaş yavaş okudum) çok şaşırdım. Okurken de şaşırdım ama bitirip kitabı göğsüme bastırınca (kitaplara da sevgi göstermek lazım) bu kitabı ben mi yazdım, dedim. O kadar 'BEN' olan cümleler var ki... Birileri okuruna göre şekillenen sihirli kitap yapmış da beni mi işletiyor dedim. 'Bence Aşk' başlıklı yazılar yazmaya kalksam, yazabilsem bu kitaptaki birçok cümle bana ait olurdu. Öyle büyük büyük laflar değil, mutlu bir aşk da değil tanımlanan. Hoş mutlu aşk diye bir şey var mı ? 




''Olmayan bir şeyi varmış gibi yaşamak duygusunun en belirgin hâli aşktır belki de.  Çünkü ancak aşk kadar kuvvetli bir duygu, görülemeyen ve elle tutulamayan bir şeyi yaşamaya olanak tanır bu hayatta.'' diye başlıyor kitap. 


Bazen biten aşkın ardından bakıp düşününce ben aslında onu değil aşkın kendisini sevmişim dediğim oluyor. Sevgili yazarımız kalbime dokundu bu kitapta. Kalbim mi acımaya uygun, keramet yazanda mı bilemiyorum. 



... Karşılıksız aşkın kudreti hiçbir şeyde yok. Düşünsene, olmayışına âşık, ama varmışçasına yaşayan... Ne kadar kutsal! Tıpkı göremediğin Tanrı'ya tutunmak gibi, hiçbir karşılık beklemeksizin mış gibi yapmak ve mış gibileri de ufak mucizelere bağlamak, asansörlerden sağdaki gelirse sen de beni seviyorsun diyebilmek. Soldaki gelirse de sorun değil, içindeyken ben yine seni düşüneceğim çünkü. Çok mucizevi ve çok kutsaldı bu yüzden, seni sensiz de sevebilmek. İşte hep ödüm kopuyor. Ya hiç gerçekleşmeyecek hayallerse bunlar, diye. Bu yüzden tek başıma seviyorum seni, belki söylerim bir gün.



      Kitabı okumaya devam ederken ''Sonsuzluk ve Bir Gün'' filmi çıktı sahneye. Kitabı bırakmak istemediğim için not aldım.Bu yazıyı yazmadan biraz önce izledim. Alexander karşı pencerenin gizemini çözmek, onu bulmak için yola çıkar ama sonra, 'Belki de bilmemek ve hayal etmek daha iyidir, ' der. 


Filmin en hoş cümlelerinden biri de :

- Zaman nedir?
- Dedeme göre zaman bir çocukmuş ve sahilde iskambil oynarmış.


Ve işte filmin kalbi: 

- Yarın ne kadar sürecek Anna?
- Sonsuzluk ve bir gün.


        Keşke sevince zamanında kıymet bilsek, pişman olmasak hiç. Çok buruk bir filmdi. Niye ağlatıyorsunuz beni kitaplar ve filmler? Neyse konumuz film değil zaten, Aşkın Yüz Ölçümü. Film bonus oldu. 



               Türk filmi tadında, masalsı bir hikaye de var kitapta. Zeynep ve Çınar 'ın hikayesi. Kadir İnanır ile Fatma Girik 'in Kambur filmi tadında. Böyle aşklara inancım kalmadı gerçi. Masal diye okudum bu kısmı. Aşk da bir masal zaten. Bir varmış bir yokmuş gibi... 



... Bu kadar mı geniş enler? Oysa biz enleri iyi bilirdik de, nereden bilirdik kötünün başına da en koyulunca genişleyeceğini, bu yayılmanın hayatımızı imkânsızlaştırıp bizim de bu imkânsızdan besleneceğimizi? 



...Pas tutmuş özlemler yeniden parlatılmayı beklerken, hepsi ne kadar çıplak. Unutmak... Zamanla, zamana yayarak unutmak. Sürgün etmek tüm kuşları en soğuğa, acımasızca parçalamak düşleri ve en acımasız şekilde bitirmek umutları. Sahi ya, umut kadar karaktersiz bir yanılma biçimi var mı bu hayatta? ''Ya öyleyse'' diyerek, ''belki'' diyerek ya da ''çünkü'' diyerek unutmayı pas geçmek... Hangisi benimdi, hangisi senindi? Umut benimse umudum neden sendi? Sende olanın bana oluru ne idi? Oradan bakınca 6, buradan bakınca 9 görüneni beraber bakarak nasıl 1 yapabilirdik? Dedik ya, umut işte... 



... Şiirin sıvı haliydi gözyaşları; doluya koysan almayan, boşa koysan doldurmayan... Hep mi hüzündü mayası? Cehennemde bile yoktu böyle bir zulüm, sol yanım yanarken sağ yanım buz kesiyordu. 



...Koşarken ayağına batanları, kolunu çizenleri, burnunu kanatanları, hatta gözlerini kör edenleri umursamazsın âşıkken. Saldıladığın adrenalin, acıyı hissetmene engel olur çünkü. Ama ne zaman ki aşkı öldürüp gömersin; işte o zaman o adrenalin de ölür, daha önce yaralanan yerler kanamaya, acımaya başlar. Görmezden gelmeye çalışırsın, yaran kanadıkça biraz daha toprak atarsın aşkın üzerine, daha da derinlere gömülsün diye. Tutunacak bir şeyler ararsın, küçük mutluluklara sığınırsın. Arkadaşlarla zaman geçirmek, kitap okumak, yeni insanlarla tanışmak, bir kahve içmek iyi hissettirir kendini. Kafa dağıtmak değildir bununadı; bu, dağılan hatıraları toparlayıp yoktan var etme çabasıdır. Çünkü aşkın tasviri onun kendisidir sadece. Anılar da tıpkı aşk gibi görünmezdir, ama yaşanmışlıklardan beslenir.



... Gitmesini göze alabildin, tamam. Peki, ya dönerse? Bunu hiç düşündün mü?



... Nokta sonu belirtse de, yeni bir cümleye de ancak bu noktayı koyduktan sonra başlanabilecektir. İnsanın içindeki derin sızı, ruhu yeni bir aydınlanma içine sokarken, sürrealist bir yaşamın da kapılarını aralamaya başlar.Bundan sonra olacaklar bir savruluş gibi görünse de, aslında insanın kendini fark ediş virgülündeki en güzel şeydir pişmanlık.



... İnsan, her zaman bir kafesin ardında yaşar, bu kafesi kırıp dışarı çıkmanın bedeli ölümdür. Çünkü kimse kendi göğüs kafesini kırıp dışarı çıkmayı başaramaz. Aşk da tam olarak oradadır işte ve bir tek o kafesi kırmadan göç edebilir başka yüreklere.


... Kaybettiklerinin sana kazandırabileceği bir gerçek varsa, o hiç olmayana olan ihtiyaç. İnsan bazen hiç tanımadığı birine ihtiyaç duyar, boşlukta bıraktığı sorularının cevabını alabilmek için.


... Sonsuzluğuna yuvarlıyorum içkimi yorgunca. ''Sana'' derken dolu, ''bana'' derken boş bardağın dibine bakıyorum.





        
               İşte böyle. Neler neler var daha. Kısacık ama benim için çok dolu bir kitap. Kendim yazmışım gibi kendimi bulduğum, şaşırtıcı bir okuma oldu benim için. Şimdi ben bu kitabı ara ara özlerim. :) 




  Bu şarkıyı çok severim. Dursun burada.
              





 Bu da dursun. Bazen en güzeli uzaktan sevebilmek olmuyor mu zaten? Ragıp Savaş'ı da çok severim zaten. 




Aşk güzel bir duygu sanırım, mutlu oluyorsun aşkıyaşarsan hakkıyla... Yaşayamazsan da adamı bazen yazar bazen şair ama genelde bilge yapıyor. Aşkzedelere sevgilerle. 




BÜYÜKADA YAYINCILIK
1. Basım Haziran 2016
88 Sayfa